|
|
MALİGN (KÖTÜ HUYLU) TÜMÖRLER |
Prof.Dr. Levent ERİŞEN |
Oral kavite,
farenks ve tükrük bezlerinin malign hastalıklarından bahsedilmeden önce,
genel olarak “Baş-Boyun Kanserleri”ne değinilecektir. |
BAŞ-BOYUN KANSERLERİ |
Bu bölgede lokalize malign neoplazmlar, tüm
vücut neoplazmlarının %5-7’si kadarını oluşturur ve hasta için büyük bir
sıkıntı yaratırken, hekim için de büyük bir uğraşı gerektirir. Bu
maligniteler içme, yeme, çiğneme, solunum ve konuşma gibi yaşamın temel
fonksiyonlarını etkiler. Ciddi kozmetik ve fizyolojik defektler
oluşabilir. Onun için bu patolojilerin tanı, tedavi ve takiplerindeki
temel amaç; tümörün küratif tedavisini takiben, fonksiyonları mümkün
olduğunca korumak, bu mümkün değilse rekonstrükte etmek ve hastanın kalan
yaşamının kalitesini arttırmaktır.
Baş-boyun kanserleri başlığı altına;
- Üst solunum ve
sindirim yolu mukozasından,
. Oral kavite,
. Nazo, oro ve hipofarenks,
. Nazal kavite ve paranazal
sinüsler,
. Larenks ve trakea,
. Servikal özefagus,
- Tükrük bezlerinden;
. Parotis,
submandibüler, sublingual, minör
- Tiroidden,
- Temporal kemik ve kulaktan,
- Baş-boyun cildinden ve
- Kafatabanından
kaynaklanan maligniteler girmektedir. Ve bu patolojiler birçok ortak
özellikleri ile (tabii ki istisnaları ile birlikte) diğer sistem
malignitelerinden farklı özellikler gösterirler.
Epidemiyolojik Özellikler: Bu maligniteler genellikle ileri yaş
(5-7. dekat) ve erkek cins hastalığıdır. Belirgin olarak dünyanın bazı
yerlerine özgü olmak üzere coğrafik dağılım gösterirler. Örneğin
nazofarenks kanserleri Uzakdoğu’da, cilt kanserleri Avustralya’da,
hipofarenks ve özefagus kanserleri Fransa’da, oral kavite kanserleri ise
Hindistan’da çok daha sık görülmektedir.
Etyolojik Faktörler: Klasik olarak bilindiği gibi karsinogenezis
çok faktörlü bir süreç olup, sadece tek bir nedenin suçlanması
imkansızdır. Bu açıdan baş-boyun kanserlerinde suçlanan etyolojik ajanlar
şunlardır:
-
Tütün (Sigara,
pipo, puro)
-
Alkol
-
Virusler
-
Radyasyon /
Ultraviyole
-
Kronik
irritasyonlar
-
Baskılanmış immün
sistem
-
Genetik faktörler
Tütün ve alkol epitelde malign
değişikliklere neden olan kuvvetli sinerjistik etki yapan 2 ajandır.
Özellikle sigara bu konuda daha ciddi olarak suçlanan etkendir. Hastaların
çoğunun yoğun sigara ve alkol alıyor olması bu görüşü desteklemektedir.
Ancak sigara ve alkol almayan hastaların da olduğu unutulmamalıdır. Bu
eksojen etkenlerin etyolojide önemli rol oynaması, bu kanserlerin etkin
bir toplum eğitimi ve sigara karşıtı kampanyalar ile bir dereceye kadar
önlenebilir olması özelliğini de gündeme getirmektedir.
Virusler (Ebstein-Barr Virusu)
özellikle nazofarenks karsinomlarında ve Burkitt lenfomasında
suçlanmaktadır. Ayrıca Human Papilloma Virus’un da bu tür
kanserlerde rol oynayabileceği gösterilmiştir.
Radyasyona maruz kalma, yıllar sonra
özellikle tiroid ve tükrük bezlerinde malignitelerine ve sarkomlara neden
olabilir. Daha önceden benign tiroid patolojileri için kullanılan
radyoaktif iyodun tiroid kanserine neden olduğu iyi bilinmektedir. Ayrıca
güneş ışınlarında bulunan ultraviyole’de cilt kanserlerinde belirgin
etyolojik bir nedendir ve güneş ışınlarının yoğun olduğu ülkelerde
(Avustralya gibi) ve güneş ışığı altında mesleklerini yapmakta olan
kişilerde (çiftçi gibi) cilt kanserleri daha sıktır. Bu nedenle, özellikle
çocuklar olmak üzere hepimizin ve daha çok yaz aylarında güneş ışınlarının
dik olarak geldiği öğle saatlerinde korunmamız bu aşıdan önem
kazanmaktadır.
Özellikle oral kavitede kötü oral ve dental hijyen, kırık
diş ve kronik enfeksiyonlar gibi kronik irritasyonlarda etyolojik neden
olabilir. |
Kronik
immünosupresan alan veya AIDS’li hastalar gibi immün sistemi baskılanmış
kimselerde de malignite gelişebilir. Bu lezyonlar genellikle non-Hodgkin
lenfoma olmasına rağmen, yassı hücreli karsinom ve Kaposi sarkomu
da ender değildir (Şekil-230).
Şekil-230 |
Premalign lezyonlar: Bazı epiteliyal lezyonların malign dönüşüm
potansiyeli taşıdığı bilinmektedir. Bunların başlıcaları şunlardır:
Lökoplaki: Baş-boyundaki en sık görülen premalign lezyondur. Beyaz
lekeler basit hiperkeratozisden, displaziye, karsinoma-insitu’ya ve
invaziv karsinoma kadar değişen histolojik özellik gösterebilir. En çok
oral kavite ve larenks mukozasında görülür. Bunlarda malign dönüşüm riski
sigara kullananlarda ve kadınlarda daha fazladır.
Eritroplaki: Lökoplakiden daha enderdir. Oral kavitede en çok
tutulan bölgedir. Malign dönüşüm riski çok daha fazladır. Histolojik
inceleme için biyopsi esastır.
Liken Planus: Oral kavitedeki eroziv liken planus maligniteye
dönüşebilir. Benign olan ve liken’in en sık görülen formu yanak mukozası
ve dilde simetrik olarak lokalizedir. Eroziv tipi ağız tabanında görülür.
Liken tipinin tanınması ve lökoplakiden ayırt edilmesinde biyopsi esastır.
Ayrıca; pemfigus, papillom, kronik mantar enfeksiyonları,
Plummer Winson Sendromu da olası malign tarnsformasyon açısından
izlenmelidir.
Patoloji:
Mikroskopi:
Teorik
olarak tüm dokulardan köken alan epiteliyal ve bağ dokusu kökenli malign
tümörler görülebilmesine rağmen, bu bölge malignitelerinin çoğu yassı
hücreli karsinomdır (Squamous cell carcinoma) (Şekil-231).
|

Ancak bunun yanında;
- Yine epitelden
kaynaklanan bazal hücreli karsinom, malign melanom,
- Bez dokularından
kaynaklanan, adenokarsinom, adenoid kistik karsinom,
- Lenfoid dokudan
kaynaklanan lenfoma,
- Yumuşak dokulardan
kaynaklanan sarkomlar
da görülebilir.
Şekil-231 |
Makroskopi:
Bunlar genellikle ülsero-vejetan görünümlü (ekzofitik) (Şekil-232)
kanserlerdir. Ama sıklıkla infiltratif komponentleri de olan veya ender
olarak sadece infiltratif görünümde (endofitik) (Şekil-233) olabilirler. |
 |
 |
Şekil-232 |
Şekil-233 |
|
Bu nedenle muayenede inspeksiyon kadar
palpasyon da bu patolojilerin değerlendirilmesinde çok önemlidir.
Klinik: Bu hastalarda en belirgin
yakınma iyileşmeyen yara ve şişlik veya kitle’dir (Şekil-232).
Şişlik-kitle primer olarak tümörün olduğu yerde olabileceği gibi, bu
malignitelerin genellikle servikal lenf nodlarına metastaz yapma
eğilimlerinden dolayı boyunda kitle şeklinde de olabilir. Bunun
dışına semptomlar ve bulgular bölümünde bahsedilen diğer semptomlar da;
ağrı (çiğnemekle, yutkunmakla, boğaz ağrısı, kulak ağrısı, odinofaji vs
gibi), kanama, konuşma bozuklukları, yutma bozuklukları, kanama, nefes
darlığı gibi yakınmalar da görülebilir.
Tanı: Kesin tanı her zaman patolojik
inceleme ile konur. Bu lezyonlar genellikle ülsere-vejetan patolojiler
olduğundan kolayca topikal anestezi ile poliklinik koşullarında alınan
punch biyopsisi tanı için yeterlidir. Ancak üzerindeki mukozası veya
cildi sağlam lezyonlarda ilk tanı yöntemi ince iğne aspirasyon sitolojisi
olmalıdır (Şekil-59a ve b). Ayrıca lezyonların ayrıntılı görülmesi için
sıklıkla endoskobik inceleme yapıldığı gibi bazen biyopsi de endoskobik
kontrol altında alınabilir.
Evrelendirme: Tüm bölgelerin
malignitelerinin evrelendirilmesinde olduğu gibi bu bölge malignitelerinde
de TNM sistemi kullanılır. Burada T- tümörün lokal
yayılımını N- tümörün bölgesel (servikal) lenf nodu yayılımını,
M- tümörün uzak organ metastazını göstermektedir. Ancak baş-boyun
kanserlerinde başvuru, tanı, tedavi ve takip aşamasında, prognozda bizi
daha çok ilgilendiren tümörün primer (T) ve bölgesel (N) boyutudur. Uzak
metastaz başvuru anında sık görülen bir durum değildir.
Bu bölge kanserlerinde boyun lenf nodu
metastazı (bölgesel-rejyonel tutulum) bazen klinik olarak aşikar olup (palpabl
lenf nodu ve/veya radyolojik incelemede patolojik lenf nodu), bazen de
gizli kalabilir. Bu nedenle bu hastalarda klinik olarak patolojik lenf
nodu olmasa bile gizli metastaz yapma riski yüksek lezyonlarda da sıklıkla
primer tümör rezeksiyonuna lenf nodu diseksiyonu da eklenir.
Çeşitli bölgelerde tümörün T
sınıflandırılması aşağıdaki gibidir.
|
|
TÜMÖR
LOKALİZASYONU |
T1
|
T2 |
T3 |
T4 |
Dudak ve oral
kavite |
En büyük boyutu 2
cm ve daha az olan tümör |
En büyük boyutu 2
cm’den büyük, 4 cm’den küçük olan tümör |
En büyük boyutu 4
cm’den büyük olan tümör |
Kemik korteksi,
dil, boyun cildi, dilin ekstrensek kasları,
maksiller sinüs gibi komşu yapıları invaze eden
tümör |
Orofarenks
|
En büyük boyutu 2
cm ve daha az olan tümör |
En büyük boyutu 2
cm’den büyük, 4 cm’den küçük olan tümör |
En büyük boyutu 4
cm’den büyük olan tümör |
Kemik korteksi,
boyun yumuşak dokuları, dilin ekstrensek kasları,
gibi komşu yapıları invaze eden tümör |
Hipofarenks
|
Hipofarenksin bir
alt bölgesine sınırılı tümör |
Hemilarenksin
(kor-dun) fiksasyonu ol-maksızın hipofa-renksin
birden fazla alt bölgesini veya bir komşu bölgeyi
inva-ze eden tümör |
Hemilarenksin
(kor-dun) fiksasyonu ile birlikte hipofarenk-sin
birden fazla alt bölgesini veya bir komşu bölgeyi
inva-ze eden tümör |
Kıkırdak veya bo-yun
yumuşak doku-ları gibi komşu yapı-ları invaze eden
tümör |
Nazofarenks
|
Nazofarenksin bir
alt bölgesine sınırılı tümör |
Nazofarenksin
bir-den fazla alt bölgesi-ni invaze eden tümör |
Nazal kaviteyi ve
/veya orofarenksi in-vaze eden tümör |
Kafatabanı ve/veya
kraniyal sinir(ler)i invaze eden tümör |
Tükrük bezleri |
En büyük boyutu 2
cm’den küçük olan tümör |
En büyük boyutu 2
cm’den büyük, 4 cm’den küçük olan tümör |
En büyük boyutu 4
cm’den büyük olan, 6 cm’den küçük olan tümör |
En büyük boyutu 6
cm’den büyük olan tümör |
Ta: Lokal yayılım
(cilt, yumuşak dokular, kemik veya sinire)
bulguları yok
Tb: Lokal yayılım
(cilt, yumuşak dokular, kemik veya sinire)
bulguları var |
|
Tüm
anatomik bölgeler için N sınıflandırılması 2 ayrı
şekilde yapılabilir: |
N0 |
N1 |
N2a |
N2b |
N2c |
N3 |
Palpabl lenf nodu yok |
En
büyük bo-yutu 3 cm’ den küçük tek, ipsilate-ral
lenf nodu |
En
büyük bo-yutu 3 cm’ den büyük, 6 cm’den kü-çük
olan, tek ipsilateral lenf nodu |
Hiçbirinin en büyük boyu-tu 6 cm’yi geçmeyen,
multipl ipsi-lateral lenf nodları |
Hiçbirinin büyük boyu-tu 6 cm’yi geçmeyen,
bilateral veya kontlateral lenf nodları |
En
büyük bo-yutu 6 cm’yi geçen lenf nodu veya nodları |
|
|
Yine tüm anatomik bölgeler için M
sınıflandırılması şu şekilde yapılabilir: |
M0 |
M1 |
Uzak metastaz yok |
Uzak metastaz var |
|
|
Bu TNM sınıflandırılması
paralelinde evrelendirme ise şu şekilde yapılabilir:
EVRE-I : T1 N0
M0
EVRE-II : T2 N0
M0
EVRE-III : T3 N0
M0
T1
N1 M0
T2
N1 M0
T3
N1 M0
EVRE-IV: T4 N0
M0
T4 N1 M0
N2
M0 tüm T’ler
N3
M0 tüm T’ler
M1 tüm T ve N’ler
Evreleme için, klasik
fizik muayene ve endoskobik inceleme sonrasında BT
ve/veya MR gibi ileri radyolojik tetkikler de
gerekebilir.
Tedavi: Bu
bölgenin malign tümörlerinin tedavisindeki seçenekler;
-
Cerrahi,
-
Radyoterapi ve
-
Kemoterapidir.
Genel olarak tedavi
aşağıdaki gibi şematize edilebilir:
|
 |
Tedavi politikasının
oluşturulmasında önemli faktör, bu bölge
malignitelerinin köken aldıkları bölgede lokal
invazyon yaparak ve bölgesel lenf nodlarına metastaz
yaparak sınırlı kalma eğiliminde olmalıdır (loko-rejyonel
yayılım). Uzak metastaz bu tümörlerde enderdir (bazı
bölgeler ve patolojiler hariç). Onun için cerrahi ve
radyoterapiyi içeren lokal tedavi yeterlidir.
Özellikle erken evrede tanınan tümörlerde kür şansı
yüksektir.
Bu seçeneklerden biri
tek başına kullanılabileceği gibi, birkaçının kombine
kullanımı da söz konusudur. Bu tümörün histolojisi,
hastalığın lokal veya bölgesel yaygınlığı ve hastanın
genel durumu başta olmak üzere birçok faktöre
bağlıdır.
Olguların büyük bir
bölümünde cerrahi primer tedavi seçeneğidir. Erken
evre olgularda primer cerrahi tedavi küratif olabilir
ve başka tedavi kombinasyonu genellikle gerekmez.
İleri evre olgularda ise genellikle radyoterapi, ender
olarak da kemoterapi ile kombine edilir. Olguların az
bir bölümünde özellikle erken evre tümörlerde (T1N0)
tek başına radyoterapi primer tedavi seçeneği olarak
kullanılabilir. İleri evre olguların az bir kısmında
ise radyoterapi ve kemoterapi primer tedavi
seçeneğidir ve rekürrent, rezidüel hastalıklarda
cerrahi ile kurtarma girişimi yapılır. Çok ileri evre
hastalıklı, inrezektabl olgularda ise ağrının kontrolü
gibi palyatif amaçlı terminal dönem bakımını içeren
tedavi uygulanır.
Cerrahi: Cerrahi
tedavide primer tümörün radikal rezeksiyonu kadar
bölgesel lenf nodu rezeksiyonu da göz önünde
bulundurulmalıdır. Onun için bu tümörlerde primer
tümör rezeksiyonu ile birlikte sıklıkla çeşitli boyun
disseksiyonları da cerrahi tedavinin bir parçasıdır.
Tümör eksizyonu yapılan herhangi bir cerrahi girişimde
çeşitli derecelerde fizyolojik ve kozmetik defektler
oluşacaktır. Onun için tümör rezeksiyonu kadar
rekonstrüksiyon da cerrahi tedavide düşünülmelidir.
Genelde tümör kenarlarından itibaren 2 cm’lik temiz
doku sınırı bırakılarak rezeksiyon önerilir. Primer
kapama, lokal ve rejiyonel pediküllü flepler veya
mikrovasküler serbest greftler gibi birçok
rekonstrüksiyon tekniği vardır.
Radyoterapi:
Radyasyon kanser hücrelerinin bölünme yeteneklerini
önleyerek kanser hücrelerini yok eder. Radyasyon
kaynağı X-ışınları, gama veya beta ışınlarından elde
edilir. Son zamanlarda hızlı nötronlarda
kullanılmaktadır. Tüm dokular radyasyonu absorbe
ettiğinden, normal dokular üzerindeki istenmeyen
etkileri minimalize etmek gereklidir. Bu tümörün
gerçek lokalizasyonunun saptanması ve radyasyon
dozunun fraksiyone şekilde verilmesiyle mümkün
olabilir.
Ancak lens ve spinal
kord radyasyona aşırı hassastır. Bu organlar
radyoterapi planlanırken BT ve MR yardıma ile
lokalizasyon iyi yapılarak korunmalıdır. Tedavi
sırasında hastayı sabit tutacak özel masklar
kullanılır.
Hastaların çoğunda
normal dokuda radyasyona sekondar reaksiyonlar
gelişir. Deride değişik derecelerde bulgular oluşur,
müköz membranlar ülser ve eritem şeklinde erken
dönemde reaksiyon verme eğilimindedirler. Mukozit,
bazen nazogastrik beslenme gerektirecek kadar ciddi
olabilir. Aşırı reaksiyon gelişen olgularda tedaviye
ara verilebilir. Özellikle kandida olmak üzere fungal
infeksiyonlar mukozit ile birlikte görülebilir ve
debil hastalarda sıktır. Tedavi sırasında profilaktik
antifungal ve antienflamatuar gargalar ile bakım
önemlidir. Radyoterapini uzun dönemde getirdiği en
önemli morbidite ise ağız kuruluğu (kserostomi)’dur.
Kemoterapi: Tek
başına ender kullanılan bir seçenektir. Temel olarak
cerrahi ve/veya radyoterapi sondası rekürrent veya
rezidüel hastalık için veya ileri evre hastalar veya
belli patolojik kriterler olan tümörler için
kullanılmaktadır. Son çalışmalar kematerapotik
ajanların radyoterapi etkisini artırdığı ve remisyon
süresini uzattığını göstermektedir. Onun için
baş-boyun malignitelerinde radyoterapi ile kemoterapi
kombinasyonunu içeren tedavi protokollerinin
kullanımına yönelik çalışmalar devam etmektedir. Ancak
klasik tedavi yöntemleri içinde kemoterapinin yeri
kısıtlıdır.
Kemoterapinin en önemli
yan etkisi hematopoezisi baskılamasıdır. Tedavi
sırasında oluşabilen renal veya hepatik yetmezlik bu
yan etkiyi artırır.
Terminal bakım:
Bazı hastalarda çok ileri evrede tanı konduğundan veya
rekürrent veya rezidüel hastalıktan dolayı küratif
tedavi mümkün olmayabilir. Hastanın bundan sonra
ölümüne kadar geçen süre son derece sıkıntılı ve
ağrılıdır. Terminal dönem bir hastada karşılaşılan
başlıca sorunlar; kronik ağrı, solunum güçlükleri,
yutma sorunları ve buna bağlı oral gıda alamama ile
konuşma sorunlarıdır. Özel medikal ve hemşire bakımı
gerektirir. Bu dönemdeki hastaya gerekli olduğu
fizyolojik ve psikolojik destek sağlanır ve yukarıda
belirtilen sorunlara yönelik palyatif önlemler alınır.
Prognoz: Yer,
evre, histopatolojik özelikle vs gibi ayrıntılı
kriterlere bakılmaksızın bu bölge kanserlerinde
sağkalım kabaca %50-60 kadardır. Yani ne yapılırsa
yapılsın bu maligniteli 2 hastadan ne yazık ki biri
kurtarılabilmekte diğeri ise hastalığından dolayı
kaybedilmektedir. Ancak bu sağkalım oranı T1N0
glottik ve alt dudak kanserlerinde %90-95’lere
kadar çıkarken, T4N3 hipofarenks
kanserlerinde %20-30’lara kadar düşmektedir. Hastalar
tedavi sonrası genellikle aşağıdaki takvime göre takip
edilirler:
Tedavi sonrası birinci
yıl 1-3 ayda bir
Tedavi sonrası ikinci
yıl 2-4 ayda bir
Tedavi sonrası üçüncü
yıl 3-6 ayda bir
Dördüncü ve beşinci
yıllar 4-6 ayda bir
Beş yıldan
sonra 12 ayda bir
Genellikle bu hastalarda
(özellikle yassı hücreli kanseri olan olgularda) lokal
ve/veya bölgesel nüks ile uzak metastazlar ilk 2 yıl
içinde görülmesine rağmen, ancak 5 yıllık takip
sonunda kür kabul edilebilirler. Ancak bu hastalar 5
yıldan sonra da ömür boyu takip edilirler. Bunun
nedeni bu hastalarda ikinci primer kanserlerin görülme
riskinin yüksek olmasıdır (%15-20 gibi). Çünkü bu
malignitelerde en önemli etiyolojik faktör olan sigara
ve alkol, tüm üst solunum ve sindirim yolu mukozasını
olumsuz etkileyerek karsinogenezis sürecini
başlatmakta, ancak bu mukozaların yer aldığı bir
bölgede klinik olarak aşikar tümör gelişmektedir.
Ancak zaman içinde ortaya çıkan bu primer tedavi
edilmesine rağmen, diğer mukozalarda karsinogenez
süreci devam edip, ikinci tümörler ortaya çıkmaktadır.
Bu şansızlık, özellikle ilk kanserinin tedavisinden
sonra sigara-alkole devam eden ve ilk tümörünün
tedavisinden sonra yaşam süresi uzun olan hastalarda
daha sıktır.
ÖNEMLİ NOT:
- Bu bölge maligniteleri
ender olarak uzak metastaz yapar.
- Bu malignitelerinin
gelişiminde tütün ve alkol en önemli etyolojik
etkenlerdir.
- Herhangi bir boyun
kitlesinde, ancak tüm üst solunum ve sindirim sistemi
primer bir tümör odağı açısından tam bir
değerlendirmeye tabi tutulduktan sonra biyopsi ile
tanı konmalıdır.
- En sık görülen
malignite tipi yassı hücreli karsinomdur.
- Olguların büyük bir
bölümünde primer tedavi cerrahidir.
- Özellikle lens ve
spinal kord hasarından dolayı tümör çevresindeki
normal dokuların radyasyona hassasiyeti radyoterapi
kullanımında özellik gerektirir.
- Ciddi radyoterapi
reaksiyonları geçici olarak tedaviye ara verilmesini
gerektirebilir.
- Kemoterapötik
ajanların radyoterapinin etkisini artırdığı
görülmektedir, ancak bu ajanlar tam olarak
değerlendirilmiş değildir.
|
ORAL
KAVİTENİN MALİGN TÜMÖRLERİ:
Gerçekte oral kavite
malign tümörlerinin tamama yakını yassı hücreli
karsinom ve varyasyonlarıdır. Minör tükrük bezlerinden
köken alan adenoid kistik karsinom, adenokarsinom,
anaplastik karsinom gibi epiteliyal ve lenfoma,
osteosarkom, rabdomiyosarkom gibi bağ dokusu kökenli
diğer histopatolojik tipler de ender olarak
görülübilir. Non-epitelyal patolojiler oral kaviteden
çok, orofarenks ve nazofarenksde daha çok görülür.
Oral kavite malign
tümörlerinin hemen tümünde bir veya daha fazla
etiyolojik faktör vardır. Alkol ve tütün en çok
görülenidir. Kötü oral ve dental hijyen, kronik diş
enfeksiyonları ve kronik irritasyonlar da malign
değişikliklere neden olabilir. Oral kavitenin klasik
premalign lezyonları lökoplaki ve eritroplakidir.
Ayrıca liken, pemfigus gibi dermalolojik lezyonlar,
papillom, atrofik glossit ve eşlik ettiği Plummer-Winson
(Patterson-Kelly) Sendromu, tersiyer sifiliz
lezyonları ve tartışmalı da olsa kronik mantor
infeksiyonları da premalign olarak kabul edilir.
Oral kavitedeki
malignite şu alt bölgelerden birine lokalize olabilir
veya birinden başlayarak diğerine uzanabilir
(Şekil-3):
· Dudaklar
· Yanak mukozası
· Bukko-alveolar
sulkuslar
· Alveoler çıkıntılar
· Dişler
· Dilin 2/3 ön kısmı
(dil korpusu)
· Ağız tabanı
· Sert damak
Dudağın vermilyon hattı
dışındaki deriden köken alan tümörler, aslında
anatomik olarak oral kavite sınırları dışında
olmalarına rağmen, yakın komşulukları ve klinik
benzerlikleri nedeniyle genellikle oral kavite
maligniteleri arasında incelenirler, ancak bazen bu
patolojiler cilt kanserlerine de dahil edilebilirler.
Bu açıdan bakıldığında oral kavite malignitelerinin
yaklaşık %50’si alt dudak veya dil korpusunda, %10’u
ağız tabanında, %10’u yanak mukozasında, %10’u ise
mandibula (diş arkuslarında) veya maksillada (sert
damakta) yerleşimlidir. Prognoz tümörün lokalizasyonu,
evresi ve histolojik yapısı başta olmak üzere çok
değişiktir. Genel olarak dudak kanserlerinde prognoz
daha iyidir. Evrelendirmede TNM sınıflandırılması
kullanılır ve buna göre dökümentasyon, tedavi seçimi
ve prognoz tayini yapılır.
Oral kavitede kanseri
olan bir hasta genellikle iyileşmeyen yara veya
hiperkeratotik lezyon (beyaz leke) ile hekime
başvurur. Ağız tabanı hariç oral kavite kanserlerinde
genellikle erken dönemde pek ağrı yoktur. Tümör boyutu
büyüdükçe ağrı, endurasyon, çevre dokulara
infiltrasyon ile bölgesel (özellikle zon-I, II ve
III’de – submental, submandibüler, üst ve orta derin
jugüler lenf nodu guruplarında ) lenfadenopati
gelişebilir. Oral kavitede palpabl bir doku
endürasyonu ve hızla iyileşmeyen mukozal ülserlerde
mutlaka malignensi akıla getirilmelidir. Bu bölge
tümörlerinin muayenesinde enspeksiyonun yanısıra
palpasyonun da önemi büyüktür. Primer bölge dışında
boyun palpasyonu da unutulmamalıdır. Ayrıca endoskopi
ile görüntüleme yöntemleri (direkt, BT, MR) ile tümör
evresi değerlendirilir. Kesin tanı biyopsi iledir. İlk
biyopsi malignite açısından negatif gelse bile, klinik
şüphe devam ediyor ise mutlaka biyopsi
tekrarlanmalıdır.
DUDAK KANSERLERİ:
Özellikle ekvatora yakın
bölgelerde yaşayan ve açık havada çalışması gereken
kimselerde (mesleki hastalık-çiftçi, postacı, seyyar
satıcı gibi) sıktır. Bu UV’nin karsinojen etkisini
açıklar. Tütün (sigara, pipo, puro) ve aşırı alkol
kullananlarda da dudak kanseri oranı yüksektir.
Erkek/kadın oranı 30:1’dir. En sık 60-65 yaşlarında ve
genellikle alt dudakta görülür. Bu alt dudağın UV
ışınlarını daha direkt almasıyla açıklanabilir. Alt
dudaktaki tümörlerin %95’i iyi differansiye yassı
hücreli karsinom’dur. Bazal hücreli karsinom daha çok
üst dudakta görülür. Alt dudak kanserlerinde prognoz
üst dudağa göre daha iyidir.
Klinik: İnvaziv
malign evreden önceki aşamada genellikle dudakta beyaz
leke (lökoplaki) şeklinde diskeratozis görülür ve “Actinic
Cheilitis” olarak isimlendirilir.
Dudakta kanserin görünümü genellikle ülser
şeklindedir. Hasta hekime uzun süredir iyileşmeyen
yara yakınması ile başvurur (Şekil-234, 235 ve 236).
Ayırıcı tanıda keratoakantom, sifiliz ve tüberküloz
düşünülmelidir. Tanı biyopsi ile konur. |
 |
 |
 |
Şekil-234 |
Şekil-235 |
Şekil-236 |
|
Tedavi: Erken evre (T1) tümörlerde radyoterapi ve
cerrahi sonuçları aynıdır ve kür şansı fazladır. Daha
büyük tümörlerde primer tedavi cerrahidir. Erken
evrelerde kombine tedaviye gerek yokken, ileri
evrelerde cerrahi genellikle postoperatif radyoterapi
ile kombine edilir. Dudağın 1/3’ünden daha azının
eksize edilmesi gereken tümörlerde modifiye V
insizyonu ile tümör çıkarılıp, defekt primer olarak
kapatılabilir. Daha büyük tümörlerde lokal cilt
flepleri ile rekonstrüksiyon gereklidir. Eğer
metastatik lenf nodu varsa veya gizli metastaz riski
yüksekse boyun disseksiyonu da gereklidir.
5 yıllık yaşam 2 cm.den küçük tümörlerde yaklaşık %90
iken (Şekil-234), ileri evre olanlarda %40’lara kadar
düşebilir (Şekil-236). |
DİL KANSERLERİ:
Yaklaşık olguların 2/3’ü
erkeklerdir. Genellikle 50-60 yaş arasında görülür.
Tütün ve alkol alışkanlığı yanında kötü dental ve oral
hijyen de suçlanmaktadır. Dilin lateral kenarı en sık
etkilenen bölgesi olmasına rağmen (Şekil-0237), ender
olarak dilin ucunda da görülebilirler (Şekil-238).
Olguların büyük bir çoğunluğu (%95) iyi differansiye
yassı hücreli karsinomdur.
Klinik:
Başlangıçta genellikle ağrısız olan inatçı ülser en
sık başvuru nedenidir (Şekil-237). Tümörün infiltratif
komponenti de unutulmamalıdır. Eğer tümör büyümesine
izin verilirse lezyon belirgin derecede fiksasyona ve
mandibula invazyonuna neden olur, şiddetli ağrılar
başlar. Bundan sonra hasta çiğneme, yutma ve konuşma
zorlukları ile karşılaşır. Tek taraflı yansıyan otalji
olabilir. Ağız kokusu (fetor oris) ve siyalore
görülebilir. Boyun metastazı olasılığı fazladır. Bu
bölgenin çapraz lenf drenajından dolayı lenf nodu
tutulumu karşı tarafta da olabilir. Tanı biyopsi
iledir.
|
 |
 |
Şekil-237 |
Şekil-238 |
|
Tedavi: Boyun
metastazı olmayan ufak lezyonlar (T1N0)
cerrahi veya radyoterapi ile tedavi edilir. Cerrahi
olarak V rezeksiyonu yeterlidir, ancak implante edilen
radyum iğneleri ile de aynı kür oranları elde
edilebilir. Ayrıca lazer de kullanılabilir. Daha büyük
lezyonlarda parsiyel glossektomi, hemiglossektomi,
total glossektomi, mandibula rezeksiyonu ve boyun
disseksiyonu gerekebilir. Bazen postoperatif
radyoterapi ile kombine edilebilir. Rezeksiyon sonrası
rekonstrüksiyon da gerekli olabilir.
Evre-I tümörde 5 yıllık
yaşam %90 civarında iken, evre-IV olgularda %10’a
kadar düşer.
AĞIZ TABANI
KANSERLERİ:
Bu bölge kanserleri
göreceli olarak diğer bölgelerde göre daha geç evrede
semptom verme eğilimindedir. Yine uygun muayene
yapılmayıp, oral kaviteye bakılırken dil yukarı
kaldırılıp bu bölgenin inspeksiyonu ve palpasyonu
yapılmazsa rahatlıkla gözden kaçabilir. Bu bölge
tümörlerinde tanı anında periost ve mandibula
invazyonu görülme olasılığı daha fazladır. Anatomi
bölümünde de bahsedildiği gibi, ağız tabanı içten dışa
doğru sert desteği olmayan bir bölgedir. Bu nedenle bu
alandaki malign neoplastik patolojiler çok kolaylıkla
lokal yayılım gösterebilirler. Lokal olarak ileri
evrelere ulaştığında oral kavitenin diğer alt anatomik
bölgelerine uzanabilir (Şekil-239).
Klinik:
Ağız tabanında şişlik ve yara ile birlikte
(Şekil-240), disfaji veya odinofaji en sık görülen
semptomdur. Ağrı genellikle en belirgin özelliktir ve
derin invazyonu gösterir. Aynı zamanda yansıyan otalji
de bulunabilir. Boyun metastazı olasıdır ve bilateral
olabilir. Panaromik mandibula grafisi veya BT ile
kemik erozyonu görülebilir. Tanı için biyopsi esastır. |
 |
 |
Şekil-239 |
Şekil-240 |
|
Tedavi: Primer
radyoterapi sonrası gerekli olduğundan cerrahide
yüksek oranda radyasyonlu kemikde osteoradyonekroz
riski olduğundan radyoterapi primer tedavi olarak
genellikle önerilmez. Onun için primer tedavi
cerrahidir. Boyun metastazı varlığında boyun
disseksiyonu yapılır. Cerrahi rezeksiyon sonrası
pediküllü veya serbest flepler ile yumuşak doku ve
kemik defektleri onarımı gerekli olabilir.
Gerektiğinde postoperatif radyoterapi ile kombine
edilir.
ALVEOLER ÇIKINTI
KANSERLERİ:
Alt
alveolar çıkıntı daha çok tutulur. Yaşlılarda
protezlerin iyi oturmaması başvuru yakınması olabilir
(Şekil-241). Bu nedenle başvuran hastanın protez ve
diş sorunlarının göz ardı edilmesi tanıyı geciktirir.
Yine oral kaviteyi muayene ederken, hastanın varolan
protezlerinin çıkarılmaması da tanıyı zorlaştırır. |
Lezyonların
çoğu kemiğe ve komşu ağız tabanına yayılır. Mandibula
ya direkt olarak invaze olur ya da inferior dental
sinir kanalı yolu ile tutulur. Sinir yolu ile
tutulumda yayılım kafatabanına uzanacak kadar arkaya
gidebilir. Ayrıca sinir tutulumunun (inferior alveolar
sinir) bir bulgusu da alt dişlerde parestezi,
hipostezi ve anestezidir. Bu nedenle tüm ağız içi
kanserlerinde olduğu gibi, özellikle bu bölge
kanserlerinde alt dişlerin sensöriyel muayenesi önem
kazanmaktadır.
Şekil-241 |
Tedavi ağız tabanındaki ile aynıdır.
|
SERT DAMAK
KANSERLERİ:
Bu bölgede yassı hücreli
karsinom göreceli olarak daha enderdir. Minör tükrük
bezleri kökenli adenoid kistik karsinom daha sık
görülür. Malign melanom gibi tümörlerde ender olsa da
görülebilir (Şekil-242). Adenoid kistik karsinom
nervus palatinus major boyunca perinöral olarak
yayılabilir ve kafatabanına kadar uzanabilir.
Adenoid kistik
karsinomun tedavisi cerrahi ve postoperatif
radyoterapidir. Damakta cerrahiye sekonder defekt
dental obturator (protez) ile kapatılabilir.
YANAK MUKOZASI
KANSERLERİ:
Hindistan’da son derece yaygındır. Nedeni bu bölgede
bölgeye spesifik olan fındık benzeri bir yemişin (betel
nut) çiğnenmesi ve bunun karsinojenik etkisidir.
Lezyon ülseratif veya ekzofitik olabilir (Şekil-243).
Biyopsi ile tanı konur. Erken lezyonlar eksize edilip
kolaylıkla primer olarak kapatılabilir. Daha büyük
rezeksiyonlarda cilt greftlemesi gerekir. |
 |
 |
Şekil-242 |
Şekil-243 |
|
ÖNEMLİ NOT:
- Oral kavitedeki malign
tümörler çoğu ülser ile ortaya çıkar.
- Oral kavitede ülserin
nedeni olarak tüberküloz (Şekil-244) ve sifiliz
(Şekil-245 ve 246) enderdir. Ancak ayırıcı tanıda
hatırlanmalıdır.
- Oral kavitedeki bir
lezyonun palpasyonu inspeksiyondan daha fazla bilgi
verebilir. (Yapısı, boyutları, fiksasyonu gibi).
- 3 haftadan fazla devam
eden herhangi bir oral kavite ülseri malign
patolojinin ekarte edilmesi için mutlaka biyopsi ile
değerlendirilmelidir.
- Cerrahi öncesi biyopsi
esastır.
- Radyasyon sonrası
cerrahi düşünülürse osteoradyonekroz görülebilir.
- Bu bölge tümörlerinin
rezeksiyonundan sonra dil kalıntısının mobilitesini
sağlamak ve çiğneme ile artikülasyona yardımcı olmak
amacı ile yumuşak doku defektleri en iyi şekilde
rekonstrükte edilmelidir.
- Sistemik, hematolojik
maligniteler (lösemi gibi) de oral kavitede bulgu
verebilir (Şekil-247 ve 248).
Özellikle genç yaşlarda kemik kökenli maligniteler de
(osteosarkom, Ewing sarkomu) unutulmamalıdır
(Şekil-249).
|
 |
 |
 |
Şekil-244 |
Şekil-245 |
Şekil-246 |
 |
 |
 |
Şekil-247 |
Şekil-248 |
Şekil-249 |
|
OROFARENKSİN MALİGN TÜMÖRLERİ:
Orofarenksin malignite
gelişebilecek olan alt bölgeleri şunlardır:
- Dilin 1/3 arka kısmı
(dil kökü)
- Epiglotun lingual
yüzü, vallekula
- Yumuşak damak ve uvula
- Tonsiller ve tonsil
plikaları
- Farenks arka duvar
mukozası
Bu bölge tümörlerinin
çoğu yassı hücreli karsinomdur, ancak lenfoma ve minör
tükrük bezi tümörleri de görülebilir:
Yassı hücreli karsinom %75
Lenfoma
%15
Lenfoepitelyom
% 5
Diğer % 5
(minör tükrük bezi
kökenli, sarkom, anaplastik gibi)
OROFARENKSİN YASSI
HÜCRELİ KARSİNOMU
Özellikle yaşlı
erkeklerde görülür. Ancak erkek/kadın oranı 4:1’e
kadar düşmüştür. Etiyolojik etkenler oral kavitedeki
ile yanıdır. Özellikle alkol ve tütünün birlikte
alınımı yüksek risk oluşturmaktadır. Tümör
lokalizasyonu dağılımı şu şekildedir;
Tonsil, tonsil
plikaları %50
Dil
kökü %20
Yumuşak damak, uvula %10
Diğer (farenks arka
duvarı gibi) %20
Zengin lenf drenajindan
dolayı olguların %60’ında bölgesel lenf nodu tutulumu
vardır.
Klinik:
Genel başvuru yakınması sıklıkla tek taraflı,
progressif otalji ve disfaji ile birlikte olan boğazda
rahatsızlık öyküsüdür. Birçok hastada boğazın
gerisinde şişlik hissi vardır. İlk başvuruda lenf nodu
metastazı sıklıkla vardır. Boyunda kitle bazen başvuru
yakınması olabilir. Özellikle dilkökünde lokalize
tümörlerde bilateral boyun metastazı riski yüksektir.
Tümör büyüdükçe yutma ve konuşmanın bozulması (hot
potato voice-haşlanmış patetes sesi), oral fetor,
kanama ve kanla karışık balgam, daha ileride ise dilin
fikse olması ve trismus, kilo kaybı görülebilir. Rutin
muayenede tümör genellikte ülsere görünümdedir
(Şekil-250) ve tonsil tümörlerinde tek taraflı tonsil
büyümesi dikkati çeker (Şekil-251). Bu olgularda kesin
tanı için tonsillektomi endikasyonu vardır. Bu nedenle
özellikle ileri yaş hastalarda tek taraflı tonsil
hipertrofisi mutlaka malignite açısından
değerlendirilmelidir. Orofarenksin tam görülebilmesi
için ayna ile indirekt muayene gereksinimi vardır (dilkökü,
vallekula için). Bu bölge çevresinde yumuşak doku çok
olduğundan, tümör kolayca lokal invazyon yapabilir
(Şekil-252) ve ileri evrelere gelebilir. Ancak tümörün
gerçek boyutları palpasyon ve ileri görüntüleme
yöntemleri (MR, BT) ile saptanabilir. Lezyonun
mandibula tutulumu için de radyolojik tetkik
gereklidir. Uzak metastaz riski oral kaviteye göre
biraz daha fazladır. Onun için akciğer grafisi ve
diğer temel incelemeler (özellikle kemik ve karaciğer
metastazı için) yapılmalıdır. Ayrıca bu bölge
karsinomu olan hastanın üst solunum ve sindirim
sisteminde ikinci bir karsinom daha olması veya
sonradan gelişim olasılığı da daha yüksektir. Hasta bu
açıdan da değerlendirilmeli ve takip edilmelidir.
Kesin kanı biyopsi iledir. Ülsere vejetean kitlelerde
punch biyopsisi, diffüz büyümelerde (Şekil-251)
tonsillektomi yapılır.
|
 |
 |
 |
Şekil-250 |
Şekil-251 |
Şekil-252 |
|
Tedavi:
Anaplastik karsinomlu veya uzak metastazı olan
hastalar inkürabl kabul edilebilir. Geri kalan
olgularda cerrahi ve/veya radyoterapi, sıklıkla da bu
2 tedavinin kombinasyonu olan primer cerrahi ve
postoperatif radyoterapi uygulanır. Bazen kemoterapi
de tedaviye eklenebilir. Cerrahide primer tümör
rezeksiyonu, gerekli olgularda mandibülektomi ve
orofarenksin rezeksiyonunu içeren KOMANDO
operasyonu ve boyun nodu metastazında veya gizli
metastaz şüphesinde boyun disseksiyonu yapılır. Büyük
defektler pediküllü miyokütanöz flep veya serbest
mikrovasküler greft ile onarılır. Erken evre
tümörlerde tek başına radyoterapi, ileri evre
tümörlerde ise kemoradyoterapi diğer tedavi
seçenekleridir.
Genel yaşam oranları
tümörün lokalizasyonuna, boyutuna bağlıdır. Tonsil
yassı hücreli kanserlerinde yaşam dil kökündekilere
göre daha uzundur. Genel olarak 5 yıllık yaşam dilkökü
tutulumu olmayanlarda %40 civarında iken dilkökü
tutulumu olanlarda %20’ye kadar düşer.
OROFARENKSİN
LENFOMASI:
Ekstranodal lenfoma için
en sık tutulum yeri orofarenksdir. Bunlar genellikle
non-Hodgkin lenfoma ve B hücre varyantıdır ve yüksek
derecede malign tümörlerdir. T hücreli non-Hodgkin
lenfoma daha seyrektir ve genellikle AIDS gibi immün
sistemi baskılanmış hastalarda görülür.
Klinik:
Genellikle etkilenen bölge tonsildir ve tonsilin tek
taraflı düzgün büyümesi ile bulgu verir. |
Ancak
tonsilin yassı hücreli kanserlerinde olduğu gibi
ülserovejetan kitle yerine, tipik makroskobik
özelliğin kaybetmiş, diffüz büyüme söz konusudur
(Şekil-253). Tanı için tonsillektomi gerekir.
Histolojik tanı yanında sellüler immunoloji ve yüzey
belirteçleri için de sipesmen incelemeye alınır.
Evrelenme için akciğer grafisi, toraks BT veya MR’ı ve
abdomen BT veya MR’ı gereklidir.
Şekil-253 |
Tedavi: Lokalize
olgularda radyoterapi yeterlidir ve olguların 2/3’ünde
kür sağlanır. Yaygın olgular kemoradyoterapi ile
tedavi edilir. Düşük grade’ler için tek ajan
kullanılırken, yüksek grade’li olanlarda
kombine tedavi verilir.
OROFARENKSİN TÜKRÜK
BEZİ MALİGNİTELERİ
Enderdir. Yaklaşık
%50’si tonsilden ve dilkökünden köken alan adenoid
kistik karsinomdur. Son derecede agressif bir
tümördür ve perinöral lenfatikler boyunca yayılabilir
ve akciğere metastaz yapabilir.
Tedavi cerrahidir.
Adenoid kistik karsinomda geniş rezeksiyon,
rekonstrüksiyon ve postoperatif radyoterapi
gereklidir.
ÖNEMLİ NOT:
- Orofarenks kanserli
hastalar, boğazın arka kısmında şişlik ve takılma
hissi gibi non-spesifik, müphem olan ve malign olmayan
diğer lezyonlarda da sıklıkla görülebilen yakınması
ile hekime gelebilir ve bu yakınmalar dikkate alınmaz
ise tanı gecikebilir.
- Orofarengeal
lezyonların çoğu rutin muayenede görülebilir. Ancak
dikkatli bir muayene (indirekt muayene de) yapılmazsa,
özellikle dilkökü ve vallekula lezyonları gözden
kaçabilir.
- Tüm orofarengeal
lezyonlar palpe edilmelidir. Bu lezyonun gerçek
boyutları hakkında bize bilgi verir.
- Tek taraflı tonsil
büyümesinde mutlaka tonsil malignitesi düşünülmeli ve
tonsillektomi ile histopatolojik inceleme
yapılmalıdır.
- Yassı hücreli karsinom
orofarenksde en çok görülen tümördür.
- Orofarenks karsinomlu
olguların yaklaşık yarısında başvuruda metastatik
boyun lenf nodu vardır.
- Ekstranodal lenfoma
için tonsil en sık görülen tutulum bölgesidir.
Bunların çoğu B hücre kökenli non-Hodgkin lenfomadır.
HİPOFARENKSİN MALİGN TÜMÖRLERİ:
Hipofarenks (larengofarenks)
yukarıda epiglotun üst kenarından aşağıda krikoidin
alt kenarına kadar uzanır. 3 bölüme ayrılır:
1. Priform sinuslar
2. Postkrikoid bölge
3. Hipofarenks arka
duvarı
Hemen hemen tüm malign
tümörler yassı hücreli karsinom’dur. Sıklıkla kötü
differansiye tipi görülür. Alt bölgelere göre görülme
sıklığı şöyledir:
Priform sinus %60
Postkrikoid bölge %30
Arka duvar
%10
Primeri hipofarenksde
olan malignitelerde boyun nod metastazı oldukça sıktır
ve bunlar içinde ise en fazla priform sinus
kanserlerinde nod metastazı vardır. Postkrikoid bölge
tümörleri boyun lateraline olduğu kadar (sıklıkla
bilateral), mediastinal ve paratrakeal lenf nodlarına
da metastaz yapar.
Tütün ve alkol yine
etyolojik nedenler olarak suçlanmaktadır. Radyasyona
maruziyet 20-30 yıl sonra bu bölgede maligniteye
öncülük edebilir. Diğer bölge kanserlerine göre
kadınlarda daha sık görülür (özellikle postkrikoid
lokalizasyonunda).
Paterson-Kelly (Plummer-Vinson)
Sendromu:
Demir eksikliği disfajisi ile postkrikoid karsinom
arasında ilişki olduğu bilinmektedir. Paterson ve
Brown Kelly hipokromik mikrositik anemi, atrofik
glossitis (Şekil-254), rhagad (cheilitis)
(Şekil-255), koilonişia (Şekil-256), splenomegali ve
postkrikoid web’in (Şekil-257) neden olduğu disfajiyi
içeren sendromu tanımlamışlardır. |
 |
 |
 |
 |
Şekil-254 |
Şekil-255 |
Şekil-256 |
Şekil-257 |
|
Hematolojik bozukluklar,
düşük serum demir seviyesi ve artmış demir bağlama
kapasitesidir. Hemoglobin genellikle düşüktür ancak
normalde olabilir. Bazı hastalar kötü vitamin B12
absorbsiyonuna ve düşük serum vitamin B12 seviyelerine
sahip olabilir. Postkrikoid web veya fibröz striktür
radyolojik olarak gösterilebilir.
Sideropenik disfajinin
tedavisi demir ve bazı B kompleks ilaçlar verilerek
hematolojik eksikliklerin düzeltilmesidir. Disfaji
düzeltilebilir. Ancak kalıca olursa dilatasyon
gereklidir. Tüm olgular postkrikoid karsinom gelişme
riski açısından düzenli takip edilmelidir.
Klinik:
Hipofarenks neoplazmalarında başlıca klinik bulgular;
- Otalji
- Boyunda lenf nodu
büyümesi
- Disfaji
- Disfoni
- Kilo kaybı
Gerçek disfaji
genellikle geç bir bulgudur. Tümör gerçekten
obstrüktif olana kadar büyük boyutlara ulaşır. İlk
önceleri sadece odinofaji (yutma sırasında rahatsızlık
ve ağrı) veya acı hissi ve gıdaların
farengoözefagustan geçişi sırasında batma hissi
olabilir. Başvuru anında disfaji genellikle
şiddetlidir ve hemen daima kilo kaybı da vardır.
Yansıyan otalji sıktır. Disfoni, ya larenksin direkt
invazyonundan, ya da rekürrent sinirin tutulumuna
bağlı kord paralizisinden ileri gelir, buna nefes
darlığı eşlik edebilir. Fetor oris ve kanlı balgam
görülebilir. Yine hipofarenks seviyesindeki
tıkanıklığa bağlı olarak gıdaların (özellikle sıvı)
larenkse taşması sonucu aspirasyon ve buna bağlı
pnömoniler de görülebilir.
Boyun metastazına bağlı
izole boyun kitlesi hastanın başvuru yakınması
olabilir ve başka yakınma eşlik etmeyebilir. Bu
genellikle zengin lenf drenajından dolayı priform
sinüs kanserlerinde daha olasıdır. Özellikle
postkrikoid ve arka duvar tümörlerinde bilateral
metastaz mümkündür.
Olguların büyük bir
bölümü hekime başvurduğunda geç evreye ulaşmıştır.
Bazen de erken evre semptomları hekim tarafından
farklı yorumlanarak iatrojenik olarak tanı
gecikebilir. Uzak metastaz riski %10 civarındadır ve
öncelikle akciğer, kemik ve karaciğer olur.
Eğer
tümör priform sinüs girişinde veya arka duvarda
lokalize ise ayna muayenesi ile belirgin tümör
görülebilir. Postkrikoid bölge tümörlerinde indirekt
ayna muayenesi bulgusu olarak hipofarenksde tükrük
göllenmesi (pooling) vardır. Çünkü ayna
muayenesinde bu bölge tümörlerinin kendisi
görülemeyebilir. Kord vokal paralizisi de muayene ve
fleksibl veya rijit endoskopi ile
değerlendirilmelidir. |
Baryumlu
pasaj grafisi mukozada dolma defekti olduğunu gösterir
(Şekil-258). Boğazda bazı şeylerin hissedilmesi devam
ediyorsa pasaj grafisi normal bile olsa
farengoözofagoskopi (rijit veya fleksibl, gerektiğinde
genel anestezi ile) mutlaka gereklidir. Direkt akciğer
grafisi, akciğer metastazını, 2. primer tümör
varlığını ve metastaza bağlı paratrakeal ve
mediastinum tutulumunu gösterebilir. Tanı mutlaka
biyopsi ile konmalı ve tedavi planı için tümör
yaygınlığı ileri radyolojik yöntemlerle (BT, MR)
mutlaka değerlendirilmelidir. Olası uzak metastazlar
için yine temel tetkikler yapılmalıdır.
Şekil-258 |
Tedavi: Yaklaşık
hastaların 1/3’ü başvuru anında tedavi edilemeyecek
evrededir. Bunun nedenleri: - Kötü genel durum
- Hastanın geniş, radikal tedaviyi kabul etmemesi
- Metastatik hastalık
- Çok ileri evre tümör
Gıdaların larenkse
taşması sonucu gelişen aspirasyon pnömonisi tedavi
edilmeyen bu hastalarda en sık görülen ölüm nedenidir.
Aktif tedavi yapılamayan bu olgularda fizyolojik ve
psikolojik tüm desteğin verildiği terminal dönem
tedavisi yapılmalıdır.
Boyun metastazı ve kord
paralizisinin olmadığı küçük tümörlerde kür şansı
hayal kırıcı olsa da radyoterapi denenebilir. Ek
olarak verilen kemoterapi radyoterapiye cevabı
artırabilir. Son dönemlerde total larenjektomi
gerekecek olgulara kemoradyoterapi protokolleri de
uygulanmaktadır.
Cerrahi genellikle
seçilecek tedavi şeklidir ve sıklıkla larenksle
birlikte farenksin çıkarılmasını ve lezyonun
yaygınlığına bağlı olarak özefagusun da çıkarılmasını
gerektirebilir (parsiyel veya total
farengolarenjektomi, total farengolarengoözefajektomi).
Sindirim yolu çeşitli dokular kullanılarak tekrar
onarılabilir. Split thickness veya pediküllü
cilt flepleri mümkündür. Mide (Gastric pull-up)
veya kolon parçasının transpozisyonu olabilir. Jejenum
segmenti mikrovasküler anastomoz ile serbest gerft
şiklinde kullanılabilir. Tek veya iki taraflı boyun
disseksiyonu da gereklidir.
5 yıllık yaşam genel
olarak sadece %25-30 civarındadır.
ÖNEMLİ NOT:
- Sideropenik disfaji (Plummer-Vinson
veya Paterson-Brown Kelly sendromu) postkrikoid
karsinom gelişimi ile birlikte olabilir.
- Hipofarenks kanserleri
geç evrede semptom verme eğilimindedir.
- Hipofarenks
neoplazmlarının erken semptomu sadece ekmek kırıntısı
gibi bazı şeylerin boğazda hissedilmesi şeklinde
olabilir.
- Başvuru anında
genellikle disfaji şiddetlidir.
- Bölgesel lenf nodu
metastazı sıktır.
- Tüm olgularda baryumlu
grafi ve endoskopik biyopsi gereklidir.
- Radyoterapi nodal
metastazın olmadığı küçük lezyonlar için primer tedavi
olarak kullanılabilir.
- Hipofarenks kanserli
hastaların yaklaşık 1/3’ü başvuru anında tedavi şansı
yoktur.
- Cerrahi rezeksiyon
genellikle farengolarengoözefajektomiyi
gerektirebilir.
- Sindirim sisteminin
bütünlüğü en iyi visseral organların transpozisyonu
veya serbest jejenum grefti ile sağlanır.
NAZOFARENKSİN MALİGN TÜMÖRLERİ
Genelde görülen malign
neoplazmları şunlardır:
- Keratinize yassı
hücreli karsinom
- Non-keratinize yassı
hücreli karsinom
- İndiferansiye karsinom
- Non-Hodgkin lenfoma
- Kordoma
Karsinom en sık görülen
malign tümördür.
NAZOFARENGEAL
KARSİNOM:
Yassı hücreli karsinomun
keratinize, non-keratinize, indifferansiye ve
lenfoepitelyom varyantları görülebilir.
Diğer ırklarda da
görülmesine rağmen en sık görüldüğü yer özellikle Çin
olmak üzere Güney Asya’dır.
Etyolojik olarak birçok
faktör suçlanmaktadır. Bunlar; tuzlanmış balık, Çin’de
kullanılan bir çeşit buharlı kamışın dumanının
teneffüs edilmesi, Çin tıbbı otları, sigara içimi,
endüstriyel dumanlar ve kimyasal dumanlardır.
Epstein-Barr virusu (EBV) da etyolojide büyük rol
oynar. Viral genom nazofarenks mukozası hücreleri
içine inkoorpere olarak, daha sonra bazı stimülünlar
tarafından hücrede malign dönüşümü tetikleyebilir.
Erkeklerde 2 misli fazla görülür. Genel baş-boyun
kanserlerini aksine genç erişkinlerde, hatta pediatrik
yaş gurubunda bile görülebilir.
Klinik:
Tümörlerin çoğu Rosenmüller çukurundan köken
alır ve çeşitli semptom ve bulgular oluşturacak
şekilde çeşitli yönlere yayılabilir. Bu semptom ve
bulgular:
KULAK İşitme kaybı
Effüzyonlu
otitis media (başlangıçta özellikle tek taraflı)
Süpüratif otitis media,
kulak akıntısı
Tinnitus
BURUN Epistaksis
Akıntı (kanla karışık)
Tıkanıklık (başlangıçta
tek taraflı)
Anosmi
BOYUN Lenfadenopati
(özellikle üst derin jugüler ve arka üçgende ve
bilateral)
KONUŞMA Hiponazal konuşma
Palatal parezi
DİĞER
Kraniyal sinir
defektleri
Horner sendromu
Egzoftalmus
Östaki tüpünün nazofarengeal ucunun invazyonu işitme
kaybı gibi otolojik yakınmalara neden olur. Herhangi
bir erişkin hastada özellikle tek taraflı effüzyonlu
otitis media varsa aksi ispatlana kadar nazofarenks
kanseri olarak kabul edilmelidir.
|
Tümörün
büyümesi ile çeşitli nazal yakınmalar oluşur, ayrıca
sıklıkla (%80-90) boyunda lenfadenopati vardır ve
sıklıkla hastanın hekime başvuru nedeni boyunda
kitledir. Bilateral lenf drenajından dolayı bilateral
nod metastazı da sıktır. Tüm boyun lenf guruplarına
metastaz yapabileceği gibi, özellikle zon-II (üst
derin jugüler gurup) ve zon-V (boyun arka üçgen
gurubu)’e (Şekil-259) metastaz sıktır. Onun için
özellikle boyun arka üçgeninde kitle ile gelen bir
kimsede primer tümör açısından nazofarenks muayene
edilmelidir.
Şekil-259 |
Çeşitli kraniyal sinir
lezyonları görülebilir. Foramen ovale’ye doğru tümörün
superiora yayılımı trigeminal sinir tutulumuna neden
olarak fasiyal ağrı ve yüz duyusunda değişiklik
doğurabilir. Myozis, ptozis ve enoftalmus ile
karakterize Horner sendromu karotid kılıf
içindeki sempatik trunkusun tutulumu ile ortaya
çıkabilir.
Ayna
ile nazofarenksin rutin muayenesinde (indirekt
nazofarengoskopi, posterior rinoskopi) görülebilir.
Fleksibl veya rijit endoskopi ile daha ayrıntılı ve
doğru bilgiler edinilebilir. Bu muayene ile yassı
hücreli kanserler genellikle ülser şeklinde görülür
iken (Şekil-260), indiferansiye ve lenfoepitelyomlar
lenfoid doku hipertrofisi (tek tarafı veya asimetrik)
şeklinde (Şekil-261) görülürler. Hastaya poliklinik
şartlarında biyopsi mümkün olabilir. Bu mümkün değilse
mutlaka genel anestezi altında biyopsi gereklidir.
Ayrıca tanı ve prognozu açısından EBV’una yönelik
serolojik testler yapılabilir.
|
 |
 |
Şekil-260 |
Şekil-261 |
|
Hastalığın yaygınlığının
araştırılması (evreleme) için BT ve MR esastır.
Özellikle kafa tabanı ve parafarengeal uzanım için bu
gereklidir. Ayrıca uzak metastaz riski yüksek
olduğundan bu yönden de araştırılmalıdır.
Tedavi: İleri
derecede radyosensibl tümörler olduğundan, palpabl
lenfadenopati olsa bile tedavi hem nazofarenksin, hem
de boyunun radyoterapisidir. Bu özellikleri ile de
genel baş-boyun kanserlerinden farklılık gösterirler.
Kemoterapi ile kombinasyon radyoterapi etkisini
artırabilir ve özellikle ileri evre kanserlerde
uygulanabilir. Radyoterapiye dirençli boyun
kitlelerinde boyun disseksiyonu yapılır. Ayrıca
nazofarenksde radyoterapiye dirençli veya nükseden
tümörlerde de çok yaygın değilse cerrahi
düşünülebilir. 5 yıllık yaşam yaklaşık %30’dur.
DİĞER TÜMÖRLER:
Nazofarenks tümörlerin
yaklaşık %10’u non-Hodgkin lenfomadır. Önce B veya T
hücre cinsi tanınmalı ve sonra evrelendirilmelidir.
Sistemik olgularda radyoterapili veya onsuz kemoterapi
verilirken lokalize olgularda radyoterapi yeterlidir.
Kordoma oldukça
enderdir. Notokord kalıntısından köken alan ve yavaş
büyüyen bir tümördür. Orijin aldığı kraniyoservikal
bölgeden nazofarenkse, komşu klivusa ve servikal
vertebraya uzanabilir. Tümör radyosensitif
olmadığından radikal rezeksiyon veya dekompresyon
gereklidir.
ÖNEMLİ NOT:
- Nazofarenks kanseri
en çok Çinli’lerde görülür.
- Effüzyonlu otitis
media gelişen her erişkin hastanın nazofarenksi mutlaka
KBB uzmanı tarafından muayene edilmelidir.
- Nazofarenks kanseri
erken evrede metastaz yapabilir ve en erken semptom
boyun kitlesi olabilir.
- Genç erişkende massif
epistaksis nazofarengeal anjiyofibromu
düşündürmelidir.
- Puberteden sonra
adenoid hipertrofisi burun tıkanıklığı nedeni olarak
çok ender görülür.
- Nazofarengeal
karsinomda primer radyoterapi ilk tedavi seçeneğidir.
TÜKRÜK BEZLERİ MALİGN TÜMÖRLERİ
Tüm tükrük bezi
tümörleri yaklaşık %20-30’u maligndir. Tükrük
bezlerinde görülebilen malign tümörler şunlardır:
- Mukoepidermoid tümör
- Asinik hücreli tümör
- Adenoid kistik
karsinom
- Malign pleomorfik
adenom
- Adenokarsinom
- Yassı hücreli karsinom
- Lenfoma
- Metastik
Tükrük bezlerindeki bir
kitlede malignite düşündürecek esas bulgular
şunlardır:
· Devamlı hızlı büyüme
veya hızlı büyüme atakları (adenoid kistik karsinom
haricinde- bu tümör yavaş büyüyebilir) (Şekil-262)
· Ağrı
· Derin dokulara veya
cilde fiksasyon (Şekil-263), bazın ciltte ülserasyon
(Şekil-264), tümör mobilitesinin bozulması
· Servikal lenf nodu
metastazı
· Fasiyal sinir parezi
veya paralizisi |
 |
 |
 |
Şekil-262 |
Şekil-263 |
Şekil-264 |
|
MUKOEPİDERMOİD TÜMÖR
Bunların %90’ından
fazlası parotistedir. Eğer minör tükrük bezlerinden
köken alırsa en sık sert damakta görülür. Çocukluk
döneminde en sık görülen tükrük bezi tümörüdür.
Tümörün histolojik
yapısı aynı zamanda biyolojik davranışını da belirler.
İyi differansiye lezyonlar benign tümör gibi
davranırken, indifferansiye olanlar lokal ve sistemik
metastaz eğiliminde olan yüksek grade’li
maligniteler gibi davranır. İyi differansiye, düşük
grade’li olanlar yavaş büyür iken, kötü
differansiye, yüksek grade’li olanlar çok hızlı
büyüyüp, ağrı, fasiyal paralizi, lenf nodu metastazı
ve uzak metastaz yapabilirler.
Histolojik yapı ancak
parotidektomiden sonra belli olur. Eğer fasiyal sinir
tümör tarafından tutulmuş ise feda edilir. Sinir
tutulumu olan bu olguların tümünde postoperatif
radyoterapi gereklidir.
5 yıllık yaşam iyi
differansiye olanlarda %90 iken, kötü differansiye
olanlarda belirgin derecede düşüktür.
ASİNİK HÜCRELİ TÜMÖR
Özellikle parotisten
kaynaklanır. Son derece yavaş büyüyen kitle ile
kendini gösterir. Yaklaşık %10’u metastaz yapar, çok
az sayıda bilateraldir. Tedavi, eğer tümör tarafından
tutulmamış ise fasiyal sinirin korunarak cerrahi
eksizyondur (totol parotidektomi). Rekürrens olasılığı
düşüktür. Malign olmasına rağmen karsinomlara göre
prognoz çok iyidir.
ADENOİD KİSTİK
KARSİNOM
Tükrük bezlerinin en sık
görülen malign tümörüdür. Submandibüler, sublingual
ve minör tükrük bezlerinde lokalize olma
eğilimindedir. Parotis daha ender olarak tutulur.
Başvuru nedeni
genellikle birkaç ay süren, yavaş büyüyen (ancak bazın
çok hızlı büyüme dönemleri de görülen) ve ağrılı olan
şişliktir. Daha sonra boyun kitlesi şeklinde
gelişebilir. Parotisten gelişen tümörlerde fasiyal
sinir hemen daima tutulur. Sinir tutulumu muhtemelen
bu tümörün bir özelliği olan perinöral lenfatikleri
yolu ile yayılmasına bağlıdır. Lokal boyun lenf
nodlarına metastaz sıktır. Yine akciğere uzak metastaz
sıktır.
Tedavi sert damak
eksizyonu veya total parotidektomi gibi geniş lokal
eksizyondur. Perinöral lenfatikler boyunca yaylımından
dolayı kanser hücrelerini içerdiğinden fasiyal sinir
feda edilir. Sinir grefti kullanılarak fasiyal sinir
greftlemesi mümkündür. Radyoterapinin etkisi
tartışmalıdır. Tedavi genellikle geniş cerrahi
rezeksiyonu ve postoperatif radyoterapidir. Tedaviden
sonra 10 yıldan itibaren bile rekürrens görülebilir. 5
yıllık yaşam %60’dır.
DİĞER MALİGN TÜKRÜK
BEZİ TÜMÖRLERİ
Adenokarsinom ve yassı
hücreli karsinom tükrük bezlerinde enderdir. Prognoz
oldukça kötüdür ve tedavi geniş eksizyon ile
postoperatif radyoterapidir.
Direkt malign olarak başlayan pleomorfik adenomlar
parotisde oldukça enderdir. Çoğu daha önceden varolan,
uzun süre tedavi edilmeden kalan veya nükseden benign
pleomorfik adenomların malign transformasyonlarıdır.
Fasiyal ağrı ve parezi malign transformasyonu
gösterir. Genellikle fasiyal sinirin feda edildiği
radikal cerrahi ve postoperatif radyoterapi tedavi
seçeneğidir.
|
Tükrük
bezlerinde görülen lenfomanın en sık görülen tipi non-Hodgkin
lenfomadır. Lenfoma sadece periparotidal ve
intraparotidal lenf bezlerini tutabileceği gibi,
boyundaki diğer lenf nodları ile birlikte de tutulum
olabailir (Şekil-265). Daha önceden varolan Sjögren
sendromu lenfoma gelişimine öncülük edebilir. Lenfoma
evrelemesi sonrası radyoterapi ve/veya kemoterapi
uygulanır.
Şekil-265
|
METASTATİK TÜMÖRLER:
Hemen daima parotiste
görülür. Parotise metastaz, lenf drenajından dolayı
baş-boyun cildinden kaynaklanan primer malignitelerin
intra ve/veya periparoitd lenf nodlarına metastazı
olabileceği gibi, vücudun herhangi bir yerinden uzak
metastaz da olabilir.
TÜKRÜK BEZİ
TÜMÖRLERİNDE UYGULANAN CERRAHİ GİRİŞİMLER:
1- Fasiyal sinirin korunarak yapıldığı süperfisiyal
parotidektomi
2- Fasiyal sinirin korunarak yapıldığı total
parotidektomi
3- Fasiyal sinir rezeksiyonu ile birlikte total
parotidekomi
4- Radikal parotidektomi
5- Submandibüler bez eksiyonu
6- Sublingual bez ve ağız tabanı rezeksiyonu
7- Sert damak rezeksiyonu
Tükrük Bezi Cerrahisi
Komplikasyonlar:
Major komplikasyonlar
şunlardır: - Parotis: - Fasiyal parezi, paralizi
- Aurikula cildinde anestezi
-
Tükrük fistülü
- Frey ve “gustatory sweeting” sendromu
- Timsah Gözyaşları “Crocodile Tears” Sendromu
- Submandibüler bez: - Marjinal mandibüler parezi,
paralizi
-
Dilde zayıflık, dilde anestezi
Fasiyal parezi,
paralizi: Parotidektomi sırasında eğer fasiyal
sinirin bütünlüğü korunmuş ise parezi geçicidir. Bu
fasiyal sinire yapılan basınç travması ile ilgilidir.
Koter kullanımı ile ısı hasarı da mümkündür.
Peroperatif sinirin kesildiği durumlarda onarım
yapılamaz isi kalıcı paralizi kaçınılmazdır.
Submandibüler bez
cerrahisini takiben fasiyal parezi fasiyal sinirin
mandibüler dalının hasarına bağlıdır. Ender olarak
düzelir.
Aurikula cildinde
anestezi: Nervus aurikularis magnus daima
parotidektomi sırasında kesilir ve bu aurikulanın alt
yarısında ve çevre ciltte anestezi ile sonuçlanır.
Zamanla bu anestezi azalır, ancak özellikle lobül
çevresinde kalıcı bir anestezi gelişir.
Tükrük fistülü:
Süperfisiyal parotidektomiden sonra kalan parotis
dokusundan aşırı tükrük yapımı sonucu oluşur. Basınçlı
pansuman ve negatif basınçlı drenaj ile hemen daima
kapanır.
Frey (Gustatory
Sweeting) Sendromu: Klinik bulgu çiğneme sırasında
parotis bölgesindeki ciltte terleme olmasıdır. Nedeni
operasyon sırasında ciltten parotis glandının
ayrılması ve parasimpatik liflerin hasarlanması ile
sinir liflerinin iyileşmesi sırasında yanlış
yönlenmesidir. Bundan dolayı yemek yerken parotis
bölgesindeki ciltte ağrı, enflamasyon ve terleme olur.
6 aydan öteye eğer semptomlar düzelmezse orta kulağı
çaprazlayan ve parasimpatik sekretuar lifleri içeren
timpanik sinirin kesilmesi faydalı olabilir. Benzer
şekilde operasyon sırasında kesilen sinirlerin yanlış
yönlenmesi ile oluşan bir diğer klinik tablo ise,
yemek yerken göz yaşarması olmasıdır, ki bu “Timsah
Gözyaşları – Crocodile Tears- Sendromu” olarak
adlandırılır.
Dilde anestezi ve
parezi: Hipoglossal sinir ve lingual sinirin
hasarına bağlıdır. Submandibüler bez cerrahisininde
görülür ve kalıcıdır.
ÖNEMLİ NOT:
- Benign tükrük bezi
tümörleri genellikle yavaş büyüyen ağrılı kitle ile
ortaya çıkar.
- Fasiyal ağrı ve parezi
henem daima malign tümörü gösterir.
- Parotidektomi ile çoğu
parotis tümörü (benign olduklarından) tamamen tedavi
edilir.
- Malign tükrük bezi
tümörlerinin submandibüler ve minör tükrük bezlerinde
görülme olasılığı fazladır.
- Eğer tümör tarafından
tutulmuş ise fasiyal sinir feda edilmelidir. Derhal
sinir greftlemesi veya çapraz yüz anastomozu
kaçınılmaz olan kozmetik deformitenin önlenmesi
açısından uygundur.
- Özellikle parotis ve
submandibüler bezde malign tümörlerin yaygınlığını
anlamak için BT ve MR değerlidir.
- Parotis ve
submandibüler bez cerrahisi yapılacak her hasta
fasiyal parezi veya paralizi açısından
bilgilendirilmelidir.
- Tükrük bezi
tümörlerinde özel durumlar hariç (tümörün cildi
infiltre edip ülserleşmesi gibi) kitleden açık biyopsi
önerilmez (tümör hücrelerinin çevreye ekimi söz konusu
olduğundan). Preoperatif olarak ince iğne aspirasyon
sitolojisi yapılabilir. Kesin tanı peroperatif
frozen çalışması ve cerrahi piyesin kalıcı
histopatolojik incelenmesi ile konur.
KAYNAKLAR
1.
Hawke M, Bingham B,
Stammberger H, Benjamin B. Otorinolaringoloji. Tanı
Elkitabı (Çeviri). AND Danışmanlık, Eğitim, Yayıncılık
ve Organizasyon Ltd. Şti., İstanbul 2003.
2.
Erişen L, Tezel İ, Hızalan İ, et al. Uyku apnesi
sendromu. KBB İhtisas Dergisi 1993; 3: 63-82.
3.
Erişen L. Çocukluk dönemi uyku apnesi sendromu. Çocuk
Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi 2000; 43: 96-105.
4.
Erişen L. Obstrüktif uyku apnesi sendromu. In: Kulak
Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi (Çelik O, ed.).
İstanbul: Turgut Yayıncılık ve
Ticaret A.Ş., 2002; 964-84.
5.
Erişen L. Pediatrik obstrüktif uyku apne sendromu. In:
Obstrüktif Uyku Apnesi Sendromu ve Horlama (Ömür M,
Elez F). İstanbul: 2002; 61-74.
6. Becker W, Naumann HH, Pfaltz CR: Ear, Nose and
Throat Diseases. Georg Thieme Verlag, Stuttguart,
1989.
7. Ballantyne JC, Groves: A Synopsis of Otolaryngology.
3rd ed., John Wrightand Sons Ltd., Bristol, 1983.
8. Dhillon RS, East CA: Ear, Nose and Throat and Head
and Neck Surgery. Churchill Livingtone, London, 1994.
9. Erişen L, Coşkun H, Günel S, Ökten G, Yırcalı G.
Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerinde Kulak Burun Boğaz
(Çeviri). BURFAŞ A.Ş., Bursa, 2002.
10.
Calhoun KH, Eibling DE, Wax M. Expert Guide to
Otolaryngology. Versa Pres, Philadelphia, 2001. |
|
|
|
|