|
|
FİZYOLOJİ
|
|
Prof.Dr. Levent ERİŞEN |
Oral kavite, farenks ve tükrük
bezleri, başta;
-
SOLUNUM ve
-
SİNDİRİM (
Yutma)
olmak üzere YAŞAMSAL ve
-
Konuşma
-
Tat ve
-
İmmün fonksiyon
olmak üzere YAŞAM KALİTESİ
açısından önemli fizyolojik görevleri olan bölgelerdir. |
YUTMA
Yutma; afferent ve efferent yollarında 5. 7. 9. 10. ve 12. kraniyal
sinirlerin rol aldığı, merkezi Medulla Oblongata’da olan bir
fizyolojik refleks arkıdır.
|
  
Yutma fonksiyonu 3 aşamada gelişir:
1. Oral evre (Şekil-28a)
2. Farengeal evre (Şekil-28b)
3. Özefageal evre (Şekil-28c)
Şekil-28a
Şekil-28b
Şekil-28c
|
1. ORAL EVRE: Yutmanın istemli
olarak gelişen I. evresidir. |

Gıdaların çiğnenmesi, hazırlanması ve oluşan
lokmanın (bolus), dil gövdesinin şekil değiştirip sert damak
üzerine basınç yapmasıyla arkaya doğru itilmesi evresidir. Lokmanın istmus
fausium’u geçmesi ile bu evre tamamlanır (Şekil-29).
Bu aşamada; normal bir çiğneme için; dişleri, çiğneme
kaslarını ve temporamandibüler eklemi içeren normal bir çiğneme sistemine
gereksinim vardır. Gıdaların hazırlanması; çiğneme ile gıda parçaların
küçültülmesi ve tükrük ile nemlendirilmesi demektir.
Şekil-29
|
Tükrük Bezleri ve Tükrük Fizyolojisi:
Fiziksel, kimyasal ve mental faktörler tükrük yapımını stimüle eder.
Günlük tükrük üretimi 1000-1500 ml. arasındadır ve %99’u sudur. Geri
kalanı inorganik, organik ve hücresel materyaldir. Bunlar içinde;
elektrolitler (Na, K, Ca), amilaz, immünglobulinler (IgA, M, G), albumin
ve lizozim, kallikrein ile tripsin gibi enzimler sayılabilir.
Tükrüğün miktar ve kalitesine her bir tükrük bezi çeşitli oranlarda
katılır:
Parotis bezi; Tüm tükrüğün yaklaşık %30’u
Esas olarak seröz
Submandibüler bez; Tüm tükrüğün yaklaşık %55-65’i
Müköz ve seröz karışık
Sublingual bez;
Tüm tükrüğün yaklaşık %5’i Esas olarak müköz
Minör tükrük bezleri; Tüm tükrüğün yaklaşık %5-8’i
Karışık, müköz ağırlıklı
Parotis salgısı esas olarak; Na, K ve Ca elektrolitlerini, amilazı, IgA’yı,
albumini, lizozimi, kallikreini ve tripsin inhibitörlerini içerir. IgG ve
IgM az miktarda vardır. Ancak enflamatuvar olaylarda artar. Tükrük içerik
ve miktarı, dinlenim hali ile stimülasyon durumunda farklıdır. İçeriği
akım hızına, mevsime, cinse ve beslenme alışkınlığına göre değişiklik
gösterir.
Tükrüğün Fizyolojik Fonksiyonları:
1. Lizozimler ve özellikle IgA olmak üzere Ig’ler gibi taşınabilir
koruyucu proteinler yolu ile mekanik ve immünolojik defans mekanizmaları
aracılığı ile üst solunum yolu ve oral kavite mukozasını korur.
2. Gıdaları kayganlaştırarak ve amilaz ile sindirim, yutma
ve çiğneme fonksiyonlarına yardımcı olur.
3. Tükrük vücut içinden kaynaklanan çeşitli maddelerin ve yabancı
materyalin dışarı atılmasına yardımcı olur. Tükrük ile iyot,
koagüle edici faktörler, alkoloidler ve Ebstein-Barr, polio
kızamık, koksaki, sitomegali ve hepatit virusları vücuttan dışarı atılır.
Kan grubu maddelerinin de tükrük ile dışarı atılması adli hekimlikte
önemlidir.
4. Dişleri korur. Flor gibi inorganik ve organik tükrük
içeriği dental enamelin yapımı ve korunması için önemlidir. Ayrıca
dişlerde bakteri birikimlerini engeller.
5. Tat tomurcuklarını devamlı yıkayarak ve gıdaları sıvı içinde
çözerek tat duyusuna yardımcı olur.
6. Artikülasyona yardımcı olur.
SEKRESYON BOZUKLUKLARI:
KSEROSTOMİ / SİYALOPENİ; tükrük salgısının azalmasıdır. Son derece
rahatsızlık verici bir durumdur. Otonom sinir sistemi ile ilgili santral
patolojiler, tükrük bezi hastalıkları, kusma ve diareye bağlı
dehidratasyon, radyoterapi ve Sjögren gibi sistemik hastalıklar
neden olabilir.
SİYALORE; tükrük yapımın artmasıdır. Predispoze nedenler; ağız, dil
ve diş hastalıkları ile psikojenik faktörlerdir.
PİTYALİSMUS; ağızdan salyanın dışarı akmasıdır, tükrük miktarında
artış yoktur. Parkinson, epilepsi ve yutma kasları paralizileri gibi
nörolojik hastalıklarda görülür.
Tükrük yapımını etkileyen birçok sistemik hastalık ve ilaç tabloda
gösterilmiştir. |
|
TABLO |
NEDEN |
SİYALOPENİ |
SİYALORE |
SERÖZ SALGI |
MÜKÖZ SALGI |
Hipertansiyon
|
+ |
|
|
|
Endojen depresyon |
+ |
|
|
|
Akut enflamasyon |
+ |
|
|
|
Marasmus |
+ |
|
|
|
Radyoterapi |
+ |
|
|
|
Sjögren |
+ |
|
|
|
Kusma |
|
+ |
|
|
Nevrozlar ve heyecanlanma |
|
+ |
|
|
Gebelik |
|
+ |
|
|
İştah açıcılar |
|
+ |
|
|
Meyve sularındaki asitler |
|
+ |
+ |
|
Topikal anestezikler |
+ |
|
|
|
Genel anestezi, barbitüratlar |
+ |
|
|
|
Parasempatomimetikler |
|
+ |
+ |
|
Sempatomimetikler |
+ |
|
|
+ |
Çeşitli psikotik ilaçlar |
+ |
|
|
|
|
|
2. FARENGEAL EVRE: Yutmanın istem
dışı olarak gelişen II. evresidir.
|
 Lokmaların
dil köküne değmesi ile yutmanın bundan sonraki evreleri istem dışı refleks
olarak gelişir. Bu aşamada orofarenks ve hipofarenks rol alır (Şekil-30 a
ve b).
Bu aşamada üst-arkadan gelen havayolu ile üst-önden gelen sindirim yolu
çaprazlaşır ve sindirim yolu alt-arkaya doğru, solunum yolu ise alt-öne
doğru devam eder (Şekil-31). Onun için bu evrede özellikle gıdaların
normalde gitmesi gerektiği özefagus yerine başka bölgelere (nazofarenks ve
larenkse, alt solunum yoluna) kaçmaması için birçok refleks mekanizma
çalışır.
Şekil-30a
Şekil-31

Şekil-30b |
Gıdaların nazofarenkse kaçmasını (nazal regürjitasyon) engelleyen
mekanizma kolaydır:
a. Yumuşak damak 9. ve 10. kafaçiftleri yardımı ile arka-üste eleve olur,
b. Konstriktör farengeal kasların kasılması ile nazofarenks arka duvarı
alt bölümünde Passavant adı verilen mukoza kıvrımı olur
ve bu iki yapı birleşerek orofarenks nazofarenks bağlantısı kapatılır.
Ancak çok daha önemli olan ve koruyucu mekanizmaların bozulması durumunda
yaşamla bağdaşmayan aspirasyonların görüldüğü, gıdaların alt solunum
yoluna kaçmasının (aspirasyonun) önlenmesi için çok daha fazla ve karmaşık
mekanizmalar işler:
1. Dilkökü arkaya doğru hareket eder,
2. Larenks öne-yukarıya doğru eleve olur,
3. Epiglot arkaya doğru düşer,
4. Larenksin sensoriyel innervasyonu,
5. Solunumun refleks olarak durması,
6. Ventriküler bandların addüksiyonu,
7. Vokal kordların addüksiyonu (ki aspirasyonu önleyen en önemli
mekanizmalardan biri budur).
Bu önlemler sonucu gıdalar nazofarenks ve larenkse, dolayısı ile alt
solunum yollarına kaçmadan her iki priform sinüse doğru kayarak larengeal
girişi geçer. Gıda hipofarenkse gelince özefageal giriş açılır ve
farengeal konstriktör kasların seri kasılımları ile gıdalar özefagusa
itilir.
3. ÖZEFAGEAL EVRE:
Yutmanın istem dışı olarak gelişen III. evresidir. |
Gıdaların
özefagusa girmesi ile longitudinal ve sirküler kasların otonomik
kasılmaları ile gıdalar özefagus boyunca alt sfinktere (kardiyaya) doğru
itilir.
Şekil-32 |
Fizyopatolojik durumlar: Epiglot ile larengeal
girişin kapatılması normal yutma için kesin gerekli bir durum değildir.
Örneğin; larenks kanseri nedeni ile parsiyel larenjektomi olan ve epiglotu
alınan kimseler genellikle yeniden yutmayı öğrenebilirler.
Ancak larengeal girişin korunması için, endolarenks ve hipofarenksin
sensoriyel innervesyonunu sağlayan vagus ve glossofarengeal sinir ile
farengeal konstriktör kaslar mutlaka sağlam olmalıdır. Bu nedenle
larenksin sensöriyel paralizilerinde ciddi, tek taraflı motor
paralizilerinde ise hafif aspirasyon görülebilir.
Otonom ve santral sistemini tutan hastalıklar krikofarengeal kasta spazma
veya tonus artışına neden olabilir. Bu ise, krikoid kıkırdak seviyesinde
yutarken rahatsızlık hissedilmesi olan globus semptomuna, gerçek disfajiye
ve hipofarengeal divertikuluma yol açabilir.
Özellikle dil, yumuşak damak ve farengeal kasları etkileyen 9, 10 ve 12.
kafaçifti olmak üzere bir veya daha fazla kraniyal sinir paralizisi de
yutma fonksiyonunu bozabilir.
|
KONUŞMA
Konuşmanın 4 evresi bulunmaktadır:
1. REZERVUAR / hava (enerji) kaynağı: Akciğerler,
ekspirasyon havası
2. VİBRASYON / titreşim: Larenks / glottik bölge, kord
hareketleri
3. REZONANS / yankılanma: Farenks, oral kavite, nazal
kavite, sinüsler
4. ARTİKÜLASYON / telaffuz: Yumuşak damak, dil, dudak, çene
Bu 4 aşamadan 3. ve 4. aşamalar, farenks ve oral kaviteyi
ilgilendirmektedir.
Rezonans ile bozuklukları:
·
Rinolali klavza / kapalı hım-hım konuşma:
Örneğin, adenoid vejetasyon, septum deviasyonu, konka hipertrofisi veya
nazofarenks kanseri
·
Rinolali aperta / açık hım-hım konuşma:
Örneğin; damak yarığı, tümör nedeniyle damak rezeksiyonu
Artikülasyon bozuklukları:
·
Disartikülasyon:
Periferik veya santral nedenler
|
TAT DUYUSU
Tat
duyusunun sensoriyal organları; dil, sert damak, yanak mukozası, ön tonsil
plikası, tonsil, farengeal arka duvar ve özefageal girişte bulunan tat
duyusuna spesifik sinirlerin serbest uçlarıdır. Dil üzerinde bu sinir
uçlarının yoğunlaştığı tomurcuklara Papilla adı verilir. 4
çeşit papilla vardır: bunlar vallat, foliat, fungiform ve filiform
papillalardır. Tatla ilgili sinir uçlarının tat duyusunu alma üzere
uyarılabilmeleri için, tükrük veya sıvı gıdalar ile nemlendirilmeleri ve
tadı algılanacak maddelerin solüsyon halinde eriyik içinde olması
gereklidir. Bunu ise tükrük sağlar.

Temel tat duyuları ekşi, tuzlu, tatlı ve acıdır. Diğer tüm tatlar bu temel
tatların karışımıdır. Tatlı duyusu genellikle dilin ön, tuzlu duyusu ön
ve arka-yan, ekşi duyusu arka-yan ve acı duyusu ise arka-orta bölümlerinde
algılanır (Şekil-33).
Tat duyusu dilin 2/3 ön kısmında fasiyal sinirden köken alıp lingual sinir
ile dile gelen korda timpani ile algılanırken, 1/3 arka kısımda
glossofarengeal sinirin periferik dalları ile algılanır.
Şekil-33 |
Birçok gıdanın tadı aynı zamanda olfaktör sinir ile de alınır. Tat ile
koku duyusu arasında yakın sinerjistik etkileşim vardır. Bu nedenle
herhangi bir nedenle koku alma duyumuz bozulmuş ise bundan tat duyumuz da
olumsuz etkilenir. Dil ve oral mukozadaki saf sensoriyal sinir lifleri de
ekşi ve baharatlı gıdalar ile stimüle edilebilir. |
 Tat
duyusunun değerlendirilmesi pek kolay değildir. Çeşitli tatların belirli
orandaki solüsyonlarının tanınması ile subjektif olarak ölçülebileceği
gibi (Şekil-34a), günlük kullanımda olmasa bile akademik çalışmalar için
elektrofizyolojik bir test olan “Elektrogustometri” ile de objektif
olarak ölçülebilir (Şekil-34b).
Şekil-34a
Şekil-34b |
Tat duyusu tıbbi terminolojide “GUZİ” olarak
adlandırılır. |
FİZYOPATOLOJİ:
Tat duyusu hastalıklarının
sınıflandırılması:
HİPOGUZİ; tat duyusunun azalmasıdır.
Örn. radyoterapi, presbiguzi.
HİPERGUZİ; tat duyusunun artmasıdır.
Örn. glossofarengeal nöralji.
AGUZİ; tat duyusunun kaybolmasıdır.
Korda timpani lezyonlarında olduğu gibi (kulak operasyonlarında kesilmesi)
parsiyel veya toksinlerde olduğu gibi total veya belli
maddelerin algılanmamasında olduğu gibi selektif (tat körlüğü)
olabilir.
PARAGUZİ; tat duyusunun yanlış
algılanmasıdır. Virus infeksiyonları neden olabilir.
KAKAGUZİ; tipik olarak serebral
sklerozda görüldüğü gibi hoşa gitmeyen tat algılamasıdır.
TAT HALÜSİNASYONU; olmayan tadın
algılanmasıdır. İlaç alışkanlığı olanlarda, psikozlarda ve santral sinir
sistemi hastalıklarında görülebilir.
Tat bozuklukları genelde sanıldığından daha sıktır. Direkt
veya indirekt travmatik, enflamatuar, viral ve iatrojenik nedenlerin
dışında, nöral lezyonlar, ilaçlar, endokrin hastalıkları ve bazı vitamin
yetmezliklerinde de görülebilir. Tat bozukluklarına neden olan hastalık
grupları aşağıda gösterilmiştir: |
HASTALIK GRUBU |
NEDEN |
Konjenital,
herediter hastalıklar |
Ailesel disotonomide
tat tomurcuklarının aplazisi, tat körlüğü |
Lokal lezyonlar |
Oral kavite ve farenksin mukozal
atrofisi,
atrofik rinit,
glossit, stomatit, kandida ve Sjögren hastalığı eşlik edebilir. |
Eksojen kimyasal
toksinler |
Sensöriyel tat duyusunu alan sinir
uçlarına alkol, nikotin, tütün, ağız gargaraları, asitler ve bitkisel
zehirlerin hasarı,
Periferik sinirlerin; arsenik
birleşimleri, karbon disülfid, tetrakloreten ve tetraklorokarbonlar
ile hasarı,
Santral olfaktör
yolla karbonmonoksidin hasarı, |
İlaç toksitesi |
Asetil salisilik
asit, biguanidin, karbamazepin, levodopa, etambutol, altın,
griseofulvin, lityum, metiltiourasil, oksifedren, penisilamin,
fenilbutazon. Ayrıca eter yağlarının, klorheksinin ve heksetidinin
lokal kullanımı. |
Periferik sinir
lezyonları |
Fasiyal sinir paralizi, otitis media,
kulak operasyonları ve lingual sinir lezyonlarında korda timpaninin
hasarı,
Kafatabanı tümör ve lezyonlarında glosso-farengeal
sinir lezyonları ve nöraljileri.
Ender olarak
tonsillektomi sonrası. |
Santral tat
bozuklukları |
CO zehirlenmesi,
serebral kontüzyon, serebral korteks hastalıkları, serebral
arteryoskleroz, progressif paralizi. |
Endokrin
hastalıkları |
Gebelik, diabetes
mellitus, hipotiroidizm, adrenal yetmezliği. |
Diğer |
Radyoterapi,
protezlerin mekanik ve kimyasal hasarı, demir ve bakır yetmezliği,
vitamin A ve B2 yetmezliği. |
|
|
İMMÜN
FONKSİYON |
Vücudun dışarıya açılan 2 ana sistemi olan solunum
ve sindirim yolunun giriş kapılarının (oral ve nazal kavite) hemen
arkasında yerleşen farenks, immün sistemi uyaran tüm ajanlara
(mikroorganizma, yabancı cisim, allerjen vs.) ilk immünolojik yanıtın
verildiği bölgedir. Bunun sonucu olarak hem bu bölgede mukoza ile birlikte
olan yoğun lenfoid yapı vardır, hem de bu bölgenin servikal lenf nodlarına
drenajı zengindir. Dolayısı ile bu bölgenin enfektif ve malign neoplastik
patolojilerine çok sıklıkla servikal lenf nodu patolojisi de eşlik eder.
Bu
bölgede mukoza ile lenfoid dokular çok iç içe olduğundan bu ikisini birden
tanımlamak için “Lenfoepitelyal Doku” terimi kullanılır. Aslında bu
doku vücudun çeşitle yerlerinde de var olan “mukoza ile ilişkili
lenfoid doku (mucosa associated lymphoid tissue-MALT)” diye
isimlendirilen bir sistemin parçasıdır. Bu doku tüm farenks mukozasında
çok yaygın olmasına rağmen, bazı yerlerde daha fazla yoğunlaşma gösterir
ve bu bölgeler “TONSİL” olarak isimlendirilir. |
 |
Bu lenfoid dokunun yoğunlaştığı yerler;
· nazofarenks arka duvarında farengeal
tonsil (adenoid vejetasyon),
· nazofarenks yan duvarında tubal tonsil
(Gerlach bademciği),
· nazofarensk yan duvarından orofarenks yan
duvarına doğru uzanan lateral bandlar,
· orofarenks yan duvarlarında palatinal
tonsiller, ve
· dilkökündeki lingual tonsillerdir.
Bunların tümünü oluşturduğu yapıya ise, “WALDEYER’in
Lenfatik Halkası” adı verilir. Bu lenfatik halkanın özelliği diğer tüm
lenfatik yapıların aksine hem afferentlerinin (getirici kanallarının) hem
efferentlerinin (götürücü kanallarının) olmaması, sadece efferentlerinin
olmasıdır.
Waldeyer’in lenfatik halkası
aslında vücuttaki tüm immün sistemin bir parçasıdır ve aşağıda belirtilen
fonksiyonları vardır:
1. Çevresel patojenik ve antijenik
organizmaları kontrol ederek ve mukozaya temasını engelleyerek immünolojik
reaksiyonların başlamasını engeller.
2. Lenfositleri oluşturur.
3. Antijenlere karşı B ve T lenfositleri
açığa çıkarır ve spesifik haberci ve hafıza lenfositlerinin yapımına
yardımcı olur.
4. Uygun plazma hücrelerini oluşturduktan
sonra spesifik antikorları yapar. Tonsil dokusunda her türlü immünglobulin
görülebilir.
5. Oral kavite ve sindirim sistemine hem
humoral, hem de hücresel immünite için immün stimüle olan lenfositleri
topikal olarak saçar.
6. Lenfatik ve kan dolaşımına immünoaktif
lenfositlerin oluşturulmasına ve akıtılmasına yardımcıdır.
Kısaca söylemek gerekirse, lokal ve sistemik
yolla vücuttaki genel humoral ve hücresel immün sisteme katkı yapar. Ancak
bu fonksiyon tamamen kaçınılmaz değildir, üyenin bir veya birkaç üyesinin
alınması (örneğin, adenotonsillektomi) sonrası genel immün sistemde çok
anlamlı bir azalma olmaz.
Bu lenfoid yapının gelişimi de tüm vücuttaki immün sistemin
gelişimine paralel seyreder. |

Yaşamın ilk yılında bebeğin immün sistemi tamamen
inaktiftir ve anneden geçen antikorlar ile pasif olarak gerçekleşir. Çocuk
2-3 yaşına kadar genellikle dar ve kapalı bir ortamda kaldığından
(genellikle evde bakıldığından) immün sistemi uyaran ajanlar minimum
olduğundan lenfoid doku hipo-fonksiyonedir. |
Bu yaştan sonra çocuk dış ortama
açıldığından (kreş, park, gezme vs.) immün sistem uyaranları artar ve
farenksin lenfoid yapısı da dahil olmak üzere tüm immün sistem
hiperfonksiyona girer. Bu nedenle bu yaştaki çocuklarda bu yapıyı
oluşturan lenfoid dokuların hastalıkları (özellikle enfeksiyöz ve
hipertrofik) bir dereceye kadar fizyolojik kabul edilir. Sonrasında
vücudun tanımadığı uyaranlar giderek azaldığı için tekrar bu dokuların
fonksiyonu azalır.
Dolayısı ile farenks lenfoid yapısının hastalıkları
genellikle 3-9 yaş arasında görülür, yani çocukluk dönem hastalıklarıdır. |
|
|
|
|