KRONİK OTİTLERİN İNTRAKRANİYAL KOMPLİKASYONLARI
Dr. Ahmet CAYMAZ, Kasım 1996

Kronik otitler ve intrakraniyal komplikasyonları arasındaki ilişki çok eski zamanlardan beri dikkati çekmiştir. M.Ö.1550 yıllarından bulunan papiruslarda bu konu ile yazılar vardır. M.Ö. 460'da Hipokrat "kulakta akut ağrı ve devamlı yüksek ateş ölüm getirir" derken M.S.25'de Celcus "kulağın iltihabı ve ağrısı ölüme yol açabilir" şeklinde bu bağlantıyı ortaya koymuştur. XI.yy. da İbn-i Sina kulak ve beyin iltihabı arasındaki ilişkiyi kurmuş, kulak akıntısının beyin hastalığına bağlı olduğuna inanmıştır. XVIII yy.da Morgagni beyin apsesinin kulak iltihabına sekonder olduğunu söylemiştir.

Öncelikle ekstrakraniyal ve intrakraniyal tüm komplikasyonları göz önüne alalım;

Temporal       

  Labirentit

  Fasiyal paralizi

  Petrozit

  Mastoidit

Ekstratemporal

  İntrakraniyal

    Menenjit

    Sinüs tromboflebiti

    Otik hidrosefali

    Abse                 

    Perisinüs

    Epidural

    Subdural

    Beyin

  Ekstrakrniyal                

    Subperiostal abse

    Postaurikuler abse

    Bezold abse

    Parafaringeal abse 

    Zigoma absesi                                          

Kronik otitli hastaların toplumdaki yüzdesi net olarak saptanmış değildir. Özellikle Türkiyede  çalışmalar tatmin edici değildir. 2 örnek:

Ankara Tıp'daki 1974'de yapılan çalışmada %7.4 (Burat ve arkadaşları)

Sivas Tıp'da 1982'de yapılan çalışmada %13.5 (Bayer ve arkadaşları)

Mawson ve Ludman (1979) yaptıkları çalışmada 1000 vakada 9 kronik otitli ve 0.6 kolesteatom oranı saptamışlardır.

Bunların genel  komplikasyon oranları %1.2 (Sivas Tıp) ve %0.16 (İntrakraniyal) dır. Ankara Tıp çalışmasına göre %8 olan komplikasyon oranı Cowbille ve Nelson'a göre %0.48'dir. Otojen komplikasyonlarda kolesteatom sıklığı dikkat çekmiştir. Burat ve arkadaşlarının çalışmasında %68, Wolfovitz'in çalışmasında %32, Sivas Tıp'ın çalışmasında %71 çıkmıştır.

1928-1933 yılları arasında her 1000 ölümden 25'i otojen komplikasyon sebebiyledir.1930'larda Sulfanamid ve Penisilinin geliştirilmesi ile otojen komplikasyonların oranı çok düşmüştür. 1949 ve 1954 yılları arasında ölüm oranı 10.000 de 25'e inmiştir. Antibiyotiklerin kullanımı sonrasında mortalite totalde %35'den %5'e, menenjitde %80'den %22'ye , beyin apsesinde %32'den %4'e düşmüştür. Antibiyotiklerin bu yararları ve mortaliteyi düşürmelerine rağmen enfeksiyonu maskelemesi ve tanıyı zorlaştırması hatırlanmalıdır.

Kronik otitlerin komplikasyonlarında etmen olan 5 ayrı faktör vardır. Bakteriyoloji, antimikrobiyal terapi, konakçı rezistansı, drenaj, anatomik yollar ve yayılmaya karşı bariyerler.

1.Bakteriyoloji: Bakteri virülansı komplikasyonların önemli etmenlerinden biridir. 1945'lere kadar (antibiyotikler yok iken) pneumokok, stafilokok ve betahemolitik streptokoklar etken iken bugün proteus, pseudomonas, bakteroides sık görülmektedir.

2.Antimikrobiyal Tedavi: İlacın uygun dozajı ve seçimini saptamada invitro sensitizasyonu ve invivo kan seviyesi, piklerinin saptanması yardımcıdır. Bazen antibiyotik seviyesi ve seçimi uygun olsa da kullanılan diğer ilaçların ve enfeksiyon metaboliklerinin antigonizmi sebebi ile ilaç penetrasyonunun engellenmesi sık olmasa da enfeksiyonu baskılar fakat yok edemez. Böylece yeterli terapiye rağmen organizma persiste kalır, hastalık maskelenir, bu da kemik bariyerin yıpranmasına ve komplikasyon oluşması için zaman tanır. Bu tür kronik enfeksiyonların tanısı zorlaşır.

3.Konak Rezistansı: Antibiyotiklerin kullanılmasına rağmen enfeksiyonun eradikasyonu için konakçı savunmasına ihtiyaç duyulur. Primer lokal konakçı rezistansı klasik olarak bilinir. Öncelikle damarlarda dilatasyon, lökositlerin endotele adezyonu ile damar permeabilitesinin artması, mast hücrelerinin sahaya gelmesi, kemotaktik faktörlerin salınımı ile lökositlerin dokuya infiltrasyonu, enfeksiyonun sınırlanması için fibrillerin üretimi ve bariyer oluşturması böylelikle granülasyon dokusunun oluşması şeklinde özetlenebilir. Granülasyon dokusu kemik erezyonunda kolesteatom kadar etkili olabilir.

Sistemik hastalıklar beslenme durumu, hasta yaşı, konakçı rezistansında önemli faktörlerdendir.

4.Anatomik Yol ve Enfeksiyona Karşı Bariyerler: Anatomik bariyerler enfeksiyonun sıçraması açısından çok önemlidir. Kemik  bu bölgedeki en önemli bariyerdir. Ayrıca orta kulak periostu ve kemiğe komşu yumuşak dokular diğer bariyerlerdendir. Bir bariyerde komşu doku üzerinde oluşan enfeksiyona sekonder granülasyon dokularıdır. Bu faktörler azalır ise komplikasyon oluşabilir.

Yayılımında 3 önemli yol vardır.

   1-Osteotromboflebit

   2-Kemik erozyonu

   3-Preforme yollar

 

Osteotromboflebit: Enfeksiyon timpan boşluğu ve mastoid hücreler mukozasından, sağlam kemik üzerinden küçük venüllerin progressif tromboflebit'i ile yayılabilir. Bu yol akut enfeksiyonlarda veya kronik enfeksiyonların akut hecmeleri esnasında sık görülür. Komplikasyon akut enfeksiyonlarda erken ortaya çıkar (10 gün). Prodromal devre yoktur (kemik erozyonuna bağlı pürülan menenjitte önce lokalize seröz menenjit devresi gibi) .Ameliyatta orta kulakta ve mastoid hücreleri kemik duvarı sağlam fakat kemik ve mukoperiost enfleme ve kanamalı gözükür.

Kemik Erozyonu: En sık kronik süpüratif otitlerin sonucunda olur. Akut otitlerin pnömatize olanlarında da görülür. Kronik otitte erozyon kolesteatoma veya kronik osteomyelite bağlı olabilir. İlk bariyer orta kulak mukoperiostudur. Orta kulak kemik duvarları ikinci bariyerler ve komşu dokularda 3.bariyeri oluşturur. Uzun süren kronik otitlerden sonra görülür. Komşu dokuya diffüz yayılmadan önce parsiyel yayılma belirtileri veren prodromal safhalar vardır. Ameliyatta süpüratif odak ile komşu doku arasında granülasyonlarla kaplı bir kemik defekti  görülür. Erezyon sahadaki bakterilerin salgıladığı enzimler yoluylada kolaylaşır.

Preforme Yollar: Kronik otitlerin akut hecmelerinde yada akut otitlerde görülebilir. Kemik duvarda normal olarak bulunan anatomik açıklıklar (oval ve yuvarlak pencere, meatus akustikus internus, ductus perilenfatikus, ductus endolenfatikus) yoluyla olur. Gelişimsel dehissanslarda patent petrosquamous sütür, hipotimpanium tabanıdır. Temporal kemik kırıklarıda iyileşmenin olmaması sebebi ile preforme yol olabilir. Ayrıca önceki kulak cerrahileri (fenestrasyon, stapedotomi, labirentotomi, mastoidektomi) de preforme yol olabilir. Anamnezde bu gibi durumlarda kafa kırığı kulak cerrahisi vs. sorulmalıdır. Komplikasyon akut enfeksiyonlarda erken oluşur. Ameliyatta kemik erezyonuna bağlı olmayan kemik dehissansları görülebilir.

Drenaj: Mastoid bölge genelde adültlerde 15-20 cc'lik rezerve hava içerir. Bu hacim ortalama 0.9cc'lik hacimli orta kulakla bağlantılıdır. İnflamasyon sırasında bu bağlantı da bir bozukluk oluşur ise (aditus ad antrum veya bir başka istmusda) potansiyel bir kavite ortaya çıkar. Bu kavitenin otit komplikasyonlarında etkili olabileceği söylenir.

 

 MENENJİT

Menenjit BOS ve meninkslerdeki inflamasyondur. Tüm bulgular ve semptomlar meninkslerin irritasyonu ile oluşur.

Otojen menenjit hem akut hemde kronik otitlerden oluşabilir. Fakat büyük sıklıkla akut otit komplikasyonu olarak ortaya çıkar. Yaş ilerledikçe akut otit sıklığı azalır ve buna bağlı olarak otojen menenjit sayısı da azalır. Erişkinlerde görülen otojen menenjitlerin çoğu kolesteatomlu kronik otit komplikasyonudur.

Genel olarak menenjitler lokalize ( circumscrit ) ve jeneralize ( diffüz ) menenjitler olarak ayrılırlar.

LOKALİZE MENENJİT: Duranın süpüratif fokusa komşu bir yerinde olan inflamasyondur. BOS  da patojen olan mikroorganizma yoktur. Fokus genellikle ekstradural apsedir. Ekstradural apse uzun süreden beri var ise lokal dura nekrozu ve komşu lokalize subdural apse olabilir. Ekstradural apse ,lateral sinüs enfekte trombüsü , süpüratif labirentit , temporal kemik osteoflebiti , cerrahi dura travması  gibi başka odaklardanda oluşabir.

JENERALİZE MENENJİT: Bütün beyin ve medulla spinalis boyunca subaraknoid boşlukta olan pyojenik enfeksiyondur. BOS da patojen bakteri canlı olarak saptanabilir. Genellikle lokalize menenjit ile başlar ( birkaç saat veya birkaç günde jeneralize hale döner ) . Bakteri BOS da çoğalmaya başlar.

Otojen menenjitlerin sıklıkla patojenleri arasında  pnömokok , stafilokok ,  H. influensa; bazende streptekok , E.coli , proteus ve psödomonas  saptanır. Rekürran menenjitlerde ( genellikle BOS fistülü söz konusudur ) en sık pnömokok ve nadirende  Neisseria menenjitis ( genellikle compleman aktivasyon defekti söz konusudur ) sorumlu olurlar .

Bakteriyel menenjitte klinik olarak üç evre vardır. Başlangıç evresinde BOS yapımı artar, intrakraniyal basınç yükselir ve bu evre seröz evre olarak bilinir. Cellüler safha olarak bilinen ikinci safhada ateş, başağrısı, menenjitte irritabilite bulguları vardır. Üçüncü ve son safha ( bakteriyel safha ) menenjitin klasik bulgularının yanı sıra letharjide eklenir. Bakteri  BOS da çoğalmaya başlar.

Başağrısı, ateş, ense sertliği, Kernig ve Burudzinski gibi anormal refleksler tanıda önemli  bulgu ve semptomlardır. Kafaiçi basıncın artmasına bağlı projektil kusmalar olabilir. Nabız artar ve bu ateşden bağımsızdır. İlerleyen dönemlerde delirium ve koma başlar. Çocuklarda konvülzyonlar sıktır. Erken dönemlerde pek olmasa da ileri  evrelerde göz dibinde papilla ödemine rastlanır.

Laboratuarda lökositoz ve sola kayma vardır. En önemli diagnostik bulgu lomber ponksiyonda saptanır. BOS basıncı artmış, görünümü bulanmış, şeker düşmüş, protein artmış, hücre sayısı mm3 de 1000 in üzerine çıkmıştır. Gram boyamada bakteriler saptanabilir.

Kraniyal kontraslı tomografide intrakraniyal basınç artışına bağlı ventriküllerde genişleme gözlenir.

Kısaca tanıda önemli noktalar; detaylı anamnez, dikkatli fizik muayene ve LP dir.

Tedavide iki ayağı antibiyoterapi ve cerrahi oluşturur. Otojen menenjitlerin tedavisi , nedeni olan kulak iltahabından daha önemlidir. Otojen menenjit tedavisinde öncelikle genel bakıma ( beslenme ve  sıvı dengesi ) dikkat edilmelidir. Antibiyoterapi için öncelikle kültüre yönelik ilaçlar kullanılır fakat üreme olana kadar ampirik tedavi önerilir. Bunun için BOS a iyi penetre olan antibiyotikler kullanılır. Cerrahi tedavinin zamanı önemli bir noktadır. Cerrahi müdahaleye karar verebilmek için  belli aralıklarla LP yapılır. Antibiyoterapi sonucunda hücre sayısında düşme var ise tedaviye devam edilir. Hücre sayısı '0' olduğunda veya hasta stabil hale geldiğinde cerrahi müdehaleye geçilir. Eğer hücre sayısında ve hastanın kliniğinde bir düzelme yok ise cerrahi girişim hastanın stabilleşmesini beklemeden yapılır. Cerrahi müdahale kronik otit destrüksiyon yapmış veya yapmamış, kolesteatoma olsun yada olmasın yapılmalıdır. Cerrahi müdehale sırasında enfeksiyon odağı aranmalı, dura iyice gözden geçirilmelidir. Patent bir fistül rekkürren menenjitlere sebep olacağından bölge iyice taranmalıdır.

 

 LATERAL SİNÜS TROMBOFLEBİTİ

Lateral sinüs tromboflebiti çoğunlukla kronik otitlerin lateral sinüs kemik duvarın erezyonu neticesinde gelişir. İlk olarak perisinüs apse meydana gelir. Bir süre sonra perisinüs apsedeki pü önce sinüsün dış duvarını daha sonrada intimasını etkiler. Fibrin, kan hücreleri ve trombositler sinüs intimasına yapışır, Mural trombusu meydana getirir. Trombus progresyon göstererek obliteran (jugular bulbus ve V.jugularis interna) veya geriye doğru (Herofil kavşağı, petröz sinüs) yayılabilir.

Patojen bakteriler genelde hemolitik streptokok, pnamokok, proteus, psödomonasdır.

Hastalığın en önemli belirtisi titremelerle yükselen ateşdir. Ateş birkaç saat kadar sürer ve terleme ile normale iner. Bu olay günde birkaç kez tekrarlanır (bacaklı ateş) ve dolaşıma patojen bakterilerin girmesi sebebi ile olur. Hasta ateşsiz devrelerde kendini iyi hisseder. Venöz dönüşüm bozukluğu sebebi ile I.C.P. artar böylece göz dibi bulguları (% 20-50 Teichgraeber 1982), ve baş ağrısı da eklenir. Mastoid emissary venlerdeki trombuslara bağlı olarak bu bölgede ödem ve basmakla ağrı ortaya çıkar (Grieseinger's sign). Tromboflebit juguler bulbusa ve V. Jugularis internaya yayılır ise boyun hareketleri ağrılı olur. Jugular bulbusdaki trombosun basısı ile bazen IX, X, XI. sinirlerde felç olabilir. Trobus superior ve inferior petrosal sinüsler ile kavernöz sinüse ulaşır ise III, IV, V, VI. sinir parezisi/paralizisi olabir.

Queckenstedt testi tanıda yardımcı olabilir. LP sırasında manometre bağlanır; önce bir jugular ven , diğer jugular ven ve her iki jugular vene basılır, sonra bir jugular ven diğer jugular ven ve her iki jugular ven bırakılır. Hasta kulak tarafındaki ven sıkıştırıldığında basınç artışı olmaz , bırakıldığında basınç azalmaz, aksi tarafta bergin oluyorsa test (+) dir. O taraf lateral sinüsü dar ise yanlış (+), çok gelişmiş bol lateral var ise yanlış (-) bulunabilir. BOS bulguları diğer kafa içi komplikasyonları olmadığı sürece normaldir. Lökositoz ve anemi gözlenebilir. Tanıda bazı vakalarda MRI yardımcı olabilir. Kan kültürü (-) ise hastalık ekarte edilmez.

Tedavi; Sinüs trombozu 1920 lerde ölümlerin %0,3ünü oluştururdu. O devrelerde cerrahi tedavi sonrası ölüm oranı % 20 idi. Tedavide mastoidektomi ile sinüs görünür hale getirilir. Enfekte odak var ise temizlenir. Sinüs geniş bir şekilde sağlam dura görününceye kadar kemik doku kaldırılarak meydana çıkarılır. Özellikle sinodural açı gözlenmelidir. Sinüs içinde kan akımı var ise, ponksiyonda kan geliyorsa granülasyon dokularının ve enfekte dokuların temizlenmesi yeterlidir.Akım yoksa ufak bir insizyon ile sinüs açılır; trombus var ise temizlenir (kan gelene kadar).Jugular ligasyon tartışmalı bir konudur. Sadece trombus olması ile de ven ligasyonunu önerenler varsa da, sepsis ya da emboli sonrası da olsa hiç bir vakada bağlanmamasını önerenler de vardır. Genelde eğilim septik emboli var ise veni bağlamak ve antikoagülan ajanlar vermektir. Antibiyoterapi kültürde üreme var ise kültüre göre, yok ise BOS a penetre olan antibiyotiklerden  ampirik seçilir.

 

 EPİDURAL ABSE

Dura ile kemik arasında pü birikmesidir. Bu tür komplikasyonlar genellikle asemptomatiktir ve bazen masteoidektomiler sırasında rastlantısal bulunabilirler. bazı yazarlar epidural absenin rapor edilenden çok daha sık olduğundan bahsederler. En sık kemik erezyonu yolu ile olur. Eğer pü sigmoid sinüsün iç kısmı da posterior fossa durasına karşı uzanıyorsa epi dural (ekstradural) abse, lateral sinüsü saran posterior fossa durasına doğru uzanıyorsa perisinüsal abse olarak adlandırılır. Tanı genelde asemptomatik olan epidural bazen baş ağrısı bazende lokalize menenjit bulguları verebilir. Eksploratif cerrahide erode dokular ve granülasyon dokularına rastlanılabilir. MRI bazen tanıda yardımcı olsa da, radyolojik olarak abse görülmesede, ekarte ettirmez. Tedavide epidural bölgedeki granülasyon dokuları ve kolleksiyon temizlenir. Antibiyoterapi perop alınan kültür sonucuna uygun olarak belirlenir.

 

 SUBDURAL ABSE

Subdural abse dura ve araknoid arasında pü kolleksiyonu olmasıdır.  Subdural boşluk potansiyel bir boşluktur. Beynin bazalinde ve posterior fossada kraniyal sinirler ve damarlar dura ve araknoidi sıkıca tutar. Bu yüzden bu bölgelerde subdural bölgede effüzyona sık rastlanmaz. Fakat serebrumun konveksitesinde meninksler arasındaki boşluk potansiyel değil aktüeldir. Bu sebeple sıklıkla kolleksiyonlar bu bölgede olur. Farmer ve Wise (1973) çocuklar ve adültler arasında etyolojik ajanların çok farklı olduğunu raporladılar (infantlarda  H. influensa, pnömokok ve paracolon escherichiae; adultlerde  stafilococcus aerus ve hemolitik streptokoklardır). Her iki gruptada patojenler subdural boşluğa venöz kanallar sayesinde ulaşırlar.

Stupor veya koma, hemiparezi, konvülzyonlar, ateş ve ense sertliği subdural absenin bulgu ve semptomlarındandır. Papilla ödemi % 35 vakada görülür (Farmer ve Wise 1973) . Bu vakalar hızlı ilerler, prognozları kötüdür. MRI radyolojik tetkiklerden tanıda en yardımcı olanıdır. MRI ın olmadığı durumlarda kontraslı CT ya da son seçenek olarak serebral anjiografi kullanılabilir. Tanı konduktan sonra craniotomi veya multipl burr hollar ile effüzyon boşaltılır; antibiyotikli sıvılar ile irrigasyon yapılabilir. Daha sonra kulaktaki enfeksiyon kontrol altına alınmalıdır. Mortalite tanı erken konmadığı taktirde % 20- 40 kadar yüksektir (Dodge 1981). Tedavi sonrasında bazı hastalarda nörolojik defisit kalabilir; defisit olmayan hastalarda da özellikle ilk 6 ayda fokal ve generalize nöbetler olabilir.

 

 BEYİN ABSESİ

Serebrum veya Serebellumda, çevresindeki bölgede ensefalit ile seyreden pü birikimi olarak tanımlanır. Erkeklerde ve hayatın  3. dekatında  sıktır (Harrison 1982). Ama her yaşta da olabilir. Absenin çoğunun etyolojisinde otojen enfeksiyonlar vardır (%42 Ayyagari et al - %35 Hırsck et al). Temporal lob en sık  etkilenen bölgedir (Temporal / Cerebellum  2:1 Quijano 1988). Abselerin %80' i kronik otit, %20' si akut otit komplikasyonudur. Kronik otitlerde genelde kemik erezyonu ve ekstradural abse sonrasında oluşur. Aerobik ve anaerop  organizmalar ile genelde (Ayyagari et al 1983)  mikst olarak patojen olurlar.[Gram+ aerop       ( streptokok ve stafilokok), Gram - aerop (proteus, psödomonas, E. coli, H. influenza), anaerop (peptococcus, peptostreptococcus, bacteroides).]

Klinik olarak inisial  ansefalit, lokalizasyon (latent) , manifest ve terminasyon (rüptüre) olarak dört evreye ayrılabilir. Birinci evrede subfebril ateş , konsantrasyon bozukluğu, başağrısı vardır. İkinci evrede sıklıkla klinik sessizdir; birkaç hafta sürebilir. Üçüncü evrede abse olgunlaşıp büyümeye başlar. %70 papilla stazı, %53 başağrısı ve projektil kusma, %56 letharji, %62 ateş, %38 fokal motor defisit, %29 konvülziyon mevcuttur (Hirsch 1983). Dördüncü evrede abse rüptüre olur (ventrikül veya subaraknoid boşluğa). Bunun sonucunda hasta hızla komaya girer. EEG %96 vakada pozitiftir (en çok delta dalgalarında anomali saptanır -Hirsch 1983). CT ve MRI radyolojik olarak tanıda yardımcı olurlar. LP de basınç ve protein miktarı artmıştır (herniasyona yol açabileceğinden dikkatli olunmalıdır). Bazen fokal basıya bağli afazi, ataksi, kinetik ve metrik bozukluklar oluşabilir.

Tedavide öncelikle parenteral antibiyoterapi, kulak temizliği ve absenin kısa zamanda drenajı gereklidir. Yaşayan vakaların %70 inde  ya çok az yada hiç sekel bulunmaz. Mortalite çok farklıdır (M. Williams 1983 %0, Dohrmann and Elrich 1982 %80). Etken tanı surveyi etkilediği kadar, yaşayan hastalardaki nörolojik durumuda etkiller.

 

 OTİK HİDROSEFALUS

Akut otitlerden sonra görülebilen kafa içi basıncının artmasıdır. Daha çok çocuk ve gençlerde görülür. LP de basınç artışı dışında bulgu yoktur. Baş ağrısı , papilla stazı, sıklıkla da VI. sinir felci görülür.

 KAYNAKLAR:

1. Charles Cummings Otolaryngology vol.4 P 2840

2. Paparella Otolaryngoloji chapter 31 P 1381

3. K. J. Lee Otolaryngoloji

4. Kulak Hastalıkları ve Mikroşirüjisi  Dr N Akyıldız P 458

5. Guide to antımıcrobıaal therapy P 109

6. Prof Dr İ. Hızalan ders notları

7.Cumhuriyet Üniversitesi KBB Kliniği İntracranıal Kr.otit komplikasyonları  1982

Bu site en iyi 1024x768 piksel çözünürlük, IE 5+ tarayıcı ve yüksek renkte izlenir

Tasarım Dr.Oğuz BASUT ©2003