BURUN
VE HAVA YOLUNDAKİ LEZYONLAR
Yapı
anomalileri: Mekanik olarak hava
ve koku partiküllerinin regio olfactoriaya ulaşımının engellenmesi
koku duyusunun azalması veya kaybolmasına neden olabilir.
Septum deviasyonları: Burunda
en sık görülen yapı anomalisidir. Ancak beklenilenin aksine olfaktör
mukozaya ulaşımın obstrüksiyonu çok sık değildir. İki taraflı
olarak obstrüksiyonu nadir oluşu nedeniyle seyrek olarak anosmi yaratacağı
ve hiposminin minimal olacağı düşünülmektedir. Douek uzun süreli
deviasyonların mukoza anomalilerine yol açabileceği ve anosminin gelişeceğini
öne sürmektedir. Olfaktör bölgeye ulaşımın engellendiği olgularda
deviasyonun düzeltilmesi koku açısından iyileştirici sonuç
vermektedir. Tedavide amaçlanan nazal hava yolunun rahatlatılmasıdır.
Ala nazi zayıflığı: Nazal vestibüldeki muskülokartilajinoz
yapının zayıflaması sonucu inspirasyon sırasında burun kanatlarının
septuma doğru çekilmesiyle hava yolunun engellenmesi ortaya çıkar.
Nazal hava akımının düşmesi sonucu olfaktör mukoza uyarılamaz. Zayıflığa
bir de septum deviasyonu eklenince
obstrüksiyon daha da artar. Alar desteğin arttırılmasına yönelik
operasyonlar önerilmiştir.
Nazal
polipozis: Vestibülü kapayan ve
daraltan oluşumlar çoğu kez anosmiye neden olurlar. Operasyonlarla
polipektomi sonucu anosminin gerileyebileceği ancak birçok olguda geri dönüşün
görülmediği bildirilmiştir. Buna mukoza harabiyeti neden olmaktadır.
Etmoidal bölgedeki poliplerin temizlenmesi sonrası anosmi ve hiposmi kalıcı
olabilmektedir.
Allerjik
rinit: Rinore, hapşırma,
lakrimasyon artışı, burun, göz, nazofaringeal irritasyonun yanında
anosmide görülür. Tablonun seyri gibi anosmi de dalgalı bir şekildedir.
Nazal sekresyon koku partiküllerinin olfaktör mukozaya temasını önler.
Allerjik rinitte nedene yönelik tedaviler yararlı olmaktadır.
Vazomotor
rinit: Anosmi ve hiposmide nazal
mukozadaki değişiklikler suçlanmaktadır. Mukozadaki hipersekresyonun
giderilmesine yönelik tedaviler koku partiküllerinin iletimini de sağlar.
Atrofik
rinitler: Burada mukozadaki değişimler
suçlanmaktadır. Mukozanın kronik irritasyonu sonucu geliştiği için
anosmi kalıcı olabilmektedir. Nazal mukozadaki kabuklanmalar koku alımını
etkilediği gibi bu kabukların kokuları da yanıltıcı olmaktadır.
Burunda kabuklanma kötü koku, burun mukoza ve iskeletinin atrofisi,
atrofik mukoza sekresyonunun kötü kokusu ozenanın en belirgin özelliğidir.
Burada kakosmi tarzında anomali görülür. Nazal hijyenin sağlanması
koku anomalitesini de düzeltebilir.
Kronik
inflamatuar rinitler: Bunlar yaptıkları
obstrüksiyon ve mukozal değişimlerle koku alınımını olumsuz
etkilemektedirler.
Rinitis
medikamentoza: Burun hastalıklarının
tedavisinde kullanılan lokal burun damlalarının rinitis medikamentozaya
yol açtığı bilinmektedir. Özellikle vazokonstrüktörlü burun
damlalarının uzun süre kullanımı ağır anosmilere neden
olabilmektedir.
Adonoid
hipertrofisi: Nazal hava yolunu
obstrükte ederek ve buna bağlı olarak gelişen mukoza değişimiyle
koku alımını engelleyebilir. Adenoidektomi sonrası nazal hava akımı
artışı nedeniyle dizosmi gerilemektedir.
Sjögren
sendromu: Mukozadaki kuruluk koku
partiküllerinin iletimini ve reseptörlerinin uyarımını engelleyici
rol oynar. Semptomatik tedavi hiposmiyi azaltır.
ENFEKSİYONLAR
İnfluenza:
Koku alma bozukluklarının
en sık görülen sebebi üst solunum yolları enfeksiyonlarıdır. Mukoza
inflamasyonu ve artan burun içi sekresyon hava yolunda tıkanıklık
yaparak olfaktör epitele daha az koku partikülü gitmesine yol açar.
Akut inflamasyon geçtikten sonra koku alma bozukluğu genellikle düzelir.
Ancak bazı durumlarda koku alma bozukluğu kalıcı olur. Bazen de hastalığın
prodromal döneminde bir hiperosmi görülmektedir. Virütik üst solunum
yolu enfeksiyonlarında hiposmi nöbetler şeklinde ortaya çıkıp düzelebilir.
Üst solunum yolları enfeksiyonu sonrası kalıcı hiposmi ve anosmi gelişme
yüzdesi araştırıcılara göre farklılık gösterse de genellikle ilk
sırada yer almaktadır.
Henkin
106 koku bozukluğunun 45 inde influenzal etiyoloji saptarken başka çalışmada
Goodsped %19 olarak bulmuştur.
Bakteriyel
rinosinüzit: Burun
mukozası değişikliği sinüzitin postnazal veya nazal sekresyonu gibi
nedenlerle koku bozukluğu gelişmektedir. Nordin ve arkadaşlarının
farklı yaş gurupları arasında yaptıkları koku alma bozuklukları ile
ilgili çalışmada yalnız kronik sinüzitli olguların %40.4 ünde,
kronik sinüzit ve allerjik rinitli olguların %21.8 inde, yalnız
allerjik rinitli hastanın %19 unda koku alma bozukluğu (parosmi ve
fantosmi) saptanmıştır. Aynı çalışmada postviral üst solunum yolu
enfeksiyonu olan olguların %51.1 inde koku alma bozukluğu olduğu görülmüştür.
Seiden, 423 hastadan oluşan çalışmasında koku alma bozukluğu olan
hastaların %18 inde üst solunum yolu enfeksiyonu, %14 ünde sinüs
hastalığı olduğunu saptamıştır.
Tonsillit:
Enfekte organın yaydığı kötü koku nedeniyle normal algılama olmaz.
Dikkatli muayene edilmezse hastada kakosmi düşünülebilir.
METABOLİK
NEDENLER
Çinko
yetmezliği: Önceleri yara iyileşmesindeki
rolü ile dikkat çeken çinko elementi son yıllarda hemen her alanda çalışmalara
konu olmaktadır.
Çinko
metabolizmasını incelenmesi amacı ile parotis salgısındaki majör
proteinler izole edilmiş ve incelenmiştir. Bunlardan Gustin-like
olfactory protein adı verilen proteinin çinko içerdiği saptanmıştır.
Koku ve tat alma bozukluğu olan hastalarda erken dönemde parotis salgısında
çinko konsantrasyonunun düştüğü gösterilmiştir.
Çinkonun
DNA polimeraz ve ribonükleazın kofaktörü olduğu ve çinkonun
etkisinin protein sentezi üzerine olduğu gösterilmiştir.
Hızla
bölünen hücrelerde yüksek çinko konsantrasyonlarına rastlanmıştır.
Henkin 106 koku ve tat bozukluğu bulunan hastada anlamlı serum çinko düzeyi
düşüklüğü saptamıştır. Bu hastalara amprik olarak çinko iyonu
vermiş ve semptomlarda düzelme olduğunu gözlemiştir. Serum çinko düzeyi
düşük olmayan hastalar çinko tedavisinden yarar görmemişlerdir.
Aynı
şekilde yaşlılarda görülen serum çinko düzeyi düşüklüklerinin
olfaktör reseptör hücreleri azlığı ve koku bozuklukları çinko
metabolizmasının koku ve tat bozukluklarında rolü olduğunu düşündürmektedir.
İNTRANAZAL
TÜMÖRLER
Nöro-olfaktör
tümörler: Nöro-olfaktif
dokudan köken alan ve çok nadir rastlanan tümörler nazal poliplerden
çok zor ayırt edilirler. Tanı histopatolojiyle konulur. Daha yukarıda
yerleşir ve renkleri daha canlıdır. Bunların maligniteleri düşük
ancak lokal invazyon eğilimleri ve nüksleri fazladır. Geniş eksizyon
sonrası radyoterapi önerilir.
Diğer
benign ve malign nazal tümörler:
Bu tümörler hava yolunu kapatarak (adenokarsinom)
veya iletiyi engelleyerek (schwannoma, nörofibroma) koku alma bozukluğu
yaparlar.
İNTRAKRANİAL
TÜMÖRLER
Osteomlar:
Paranazal sinüslerin ve kafatasının
iç kısmından gelişirler, semptom vermeden büyük boyuta ulaşırlar
ve orbitayı ve kraniumu erozyona uğratabilirler. Diğer belirtilerden önce
vizüel ve tek taraflı koku kaybıyla ortaya çıkabilirler.
Menenjiomlar:
İntrakranial tümörlerden en sık anosmi yapanıdır. Orta yaşlarda sıklıkla
görünürler. Beyin dokusunda irreversibl değişiklik yapmadıkça
problem yaratmazlar. Anterior kranial fossada olfaktif alana yerleşen tümörler
tek taraflı total anosmi ve hiposmi yaparlar.
Frontal
lob tümörleri: Presentral lob tümörleri
sadece baş ağrısı yakınması verirken papil ödem ve kusma geç
belirtidir. Mental semptomlar ön plandadır. Aynı tarafta optik atrofi,
karşı tarafta papil ödem, aynı tarafta anosmi Foster-Kennedy
sendromu olarak bilinir.
Temporal
lob tümörleri: Tat ve koku alma
bozuklukları, tat ve koku auraları, işitme hallüsinasyonları görünebilir.
Tümörlerin % 20 sinde fantosmi görülür. Tek taraflı lobektomilerde,
temporal korteksin destrüktif lezyonlarında fazla derecede koku alma
bozukluğu olmaz.
Orta
hat kranial tümörler:
Parasagittal menenjiom ve korpus kallosum tümörleri bu guruptadır ve
ciddi koku bozukluğu yapabilirler.
NÖROLOJİK
NEDENLER
Refsum
sendromu: Resesif bir genle taşınan
kronik polinevrit, serebellar ataksi, ağır işitme kaybı, pupil
anomalileri, ihtiyozis, retinitis pigmentoza ve koku duyusunda azalmanın
görüldüğü konjenital bir hastalıktır.
Multipl
skleroz: bir çok nörolojik
belirtinin yanında bu hastalarda kalıcı ve krizler şeklinde gelen
hiposmi-anosmi gösterilmiştir.
Parkinson
hastalığı: Ansari yaptığı
çalışmalarda olfaktör reseptör ve hastalığın gidişatı arasında
yakın ilişki bulmuş ve parkinsonun ağırlığı ile anosminin şiddetinin
arttığını göstermiştir. Bu arada hastalığın tedavisinde kullanılan
L-Dopa nın koku alma bozukluğu yaptığı bilinmektedir.
Epilepsi:
Özellikle temporal lob epilepsilerinde koku hallüsinasyonları görülür.
Bu epilepsinin en belirgin özelliği psikomotor ataktır. Bu sırada tat,
koku, işitme, görme ve hareket hallüsinasyonları görülür. Bazılarında
ataklar olfaktif aura ile başlar. Duyulduğu belirtilen kokular organik (çürük
ve feçes kokusu gibi) kimyasal (benzin, eter, kloroform gibi) veya tanımlanamaz
şekildedir. Kokular nöbet öncesi gelebildiği gibi birkaç saat veya gün
sonra da parosmi şeklinde görülebilmektedir.
Vasküler
yetmezlik: Vasküler yetersizlik
ve buna bağlı hipoksi ve anoksi gelişmesine bağlı koku bozuklukları
bildirilmiştir.
Menenjit:
Olfaktif hücreler nazal mukoza ile bulbus olfaktorius arasında köprü görevi
yaparlar. Bu nöronal yol elektron mikroskopik olarak ferritin moleküllerinin
iki saat içinde nazal mukozadan bulbusa geçmesiyle gösterilmiştir. Bu
yol nörotropik virüslerin ve toksik maddelerin beyne geçiş yolu olarak
kabul edilir.
ENDOKRİN
NEDENLER
Adrenal
korteks yetmezliği (Addison):
Tedavi edilmemiş Addisonlularda hiperosmiye eğilim görülmüştür.
Primer
amenore:
Gonadal diskinezi-Turner sendromunda hiposmi gözlenmiştir.
Hipogonodotropik hipogonodizm-Kallman sendromu en iyi incelenmiş
konjenital hipogonodizm ve hiposmi olgularıdır. Hipogonodizm
idiopatiktir, hiposmi kalıcıdır. Hiposminin hormon kullanımına bağlı
olarak değişebildiği öne sürülmüştür.
Olfakto-genital
displazi: Hipogonadotropik
gonodizm ve olfaktif lob agenezisinin beraber bulunduğu otozomal dominant
geçen bir hastalıktır. Erkekte önikoidizm, aspermi, anosmi, iskelet
anomalileri: kadında primer amenore, infantil vulva, atrofik uterus ve
anosmi vardır. Patolojinin hipotalamus hipoplazisi olduğu bilinmektedir.
KONJENİTAL
NEDENLER
Nazorinensefalik
anomali: Posterior koanal atrezi
ve arinensefali sendromudur. Otopside saptanır.
TRAVMA
Travmalar
hiposmilerde büyük oranda suçlanırlar. Henkin %15.4 ile 3. sıraya,
Goodsped %8.6 ile 4. sıraya travmaları yerleştirmiştir.
Nordin ve arkadaşlarının 363 farklı yaşlardaki hastada yaptıkları
koku alma bozuklukları ile ilgili çalışmada 29 kafa travmalı
hastanın 16’sında (%55.2) koku bozukluğu saptanmıştır. Seiden ise
1998’deki koku alma bozukluklarının etiyolojisi ile ilgili çalışmasında
koku kaybı olan hastaların %18 inde kafa travmasının neden olduğunu
bulmuştur.
Travmanın
şiddetiyle anosmi riski paralel bulunmuştur. Posttravmatik amnezi süresi
arttıkça hiposmi insidansında artış bulunmuştur.
Travmanın
lokalizasyonu da önemlidir frontal travmalar çok sık görülür ancak
oksipital travmalarda anosmiye daha fazla oranda rastlanır.
Travmatik
anosmilerin 1/3 ü iyileşmektedir. Ancak posttravmatik amnezi 24 saati geçmişse
olguların %90'ında kalıcı anosmi gelişmektedir. %75 olguda iyileşme
ilk üç ayda görülür. İlk on haftada çok hızlı görünen iyileşme
sonra yavaşlar ve hiçbir zaman önceki halini alamaz.
Nöral
dokunun hasar görmediği olgularda erken ve tama yakın iyileşme olur. Nöral
dokuda destrüksiyon varlığında ise geç ve yetersiz iyileşme görülmektedir.
Bazı travmalar sonrası parosmi de görülebilir. Posttravmatik
anosmilerde olfaktör sinir kesilmesi, bazal frontal lobda kanama, olfaktör
bulbus ve traktusun hasarı anosmi ve hiposmilerin nedeni olarak düşünülür.
Kribriform
plate fraktürlerinde olfaktif sinirler buradaki kanallardan geçerken yırtılabilir.
BOS kaçağı bile görülebilir. Travma oksipital bölgeye rastlarsa
“contrecoup” bir etkiyle ön tarafta olfaktör sinir hasarlanması görülebilir.
Fronto-etmoid bölge fraktürleri sonucu ise traktus olfaktorius zarar görebilir
veya traktus ve bulbus ödem, kan ve pıhtı nedeniyle bası altında
kalabilir.
Kortikal
koku merkezlerinde direkt travmaların etkisi ile koku alma bozuklukları
gelişebilir. Bu nedenle temporal travmalarda koku diskriminasyon testleri
yararlı olur.
Travma
geçiren hastaların şuuru yerine geldikten hemen sonra testlere başlanmalı
ve sık sık tekrarlanmalıdır. Komplet anosmide üç ay sonra bile iyileşme
olması prognozun iyi olduğunu gösterir. Ancak hastada parosmi gelişmişse
ve parosmi SND yanıtı (end organ lezyonlarında görülen her türlü
kokuya karşı aynı yanıtın verilmesi) ile beraberse düzelme
beklenmemelidir.
İLAÇLAR
Steroidler:
Mukozanın onarımında topikal
kullanımın yararı vardır ancak kronik kullanımda hiposmiye yol açtığı
gösterilmiştir.
Lokal
anestezikler: Tetracain HCL'ün
kronik topikal kullanımının olfaktör reseptör harabiyetine yol açtığı
gösterilmiştir.
Antitümör
ilaçlar: Methotreksatın
hiposmiye yol açtığı gösterilmiştir.
KİMYASAL
GAZLAR
Çeşitli
sanayi kollarında kullanılan maddelerin yan ve yıkım ürünlerinin
kronik olarak solunmaya maruz kalınmasıyla koku alım bozuklukları görülmektedir.
KRONİK
SİGARA KULLANIMI
Kronik
sigara kullanımı diğer olumsuz etkilerinin yanında nazal mukoza
patolojilerine, hiposmi ve anosmiye yol açmaktadır.
TIBBİ
UYGULAMALAR
Rinoplasti:
Olfaktör alanın tahrip edildiği
ve burunun fizyolojik
fonksiyonları göz ardı edilerek yapılan rinoplastilerde kalıcı tipte
anosmi geliştiği bilinmektedir. Diğer burun operasyonlarında ilk günlerde
ödeme bağlı hiposmi görülse de ödem gerilediğinde koku normale dönmektedir.
Paranazal
sinüs operasyonları: Özellikle
etmoidektomilerden sonra koku alımının kalıcı tipte bozulduğu
bildirilmiştir.
Larenjektomi:
Çeşitli fiziksel problemleri olan larenjektomili hastalarda bir süre
sonra hiposmi gelişmektedir. Hoye ve arkadaşları larenjektomi sırasında
olfaktör feedback mekanizmasını bozulduğunu düşünmüşlerdir.
Henkin ise operasyon sırasında farenks ve larenksten olfaktör sisteme
yansıyan diffüz anatomik sistemin zarar görmesi sonucu koku keskinliğinin
azaldığını öne sürmüşlerdir. Mozell ve arkadaşları ise burundan
normal bir hava akımı olmadığı için
koku moleküllerinin olfaktör mukozaya transportunda azalma olduğunu
açıklamışlardır. Son yayınlarda larenjektomililerde koku azalması
anatomik, fizyolojik ve kimyasal olarak olfaktör epitelin kullanılmamasına
bağlanmıştır.
PSİKİYATRİK
NEDENLER
Psikiyatrik
hastalarda genellikle parosmi veya fantosmi görülmektedir. Psikozlarda,
depressif hastalıklarda, konfizyonel durumlarda koku yakınmaları
olabilir. Parosmi daha çok santral tiptedir.
-
Koku illüzyonları
-
Koku hallüsinasyonları (fonksiyonel gerçek, psödohallüsinasyonlar)
-
Anormal koku belleği: bir kokunun daha önceki bir kokuyu hatırlatmasıdır.
Burada emosyonel uyarı çok yoğundur, sonuçta unutulan materyaller hatırlanır.
Bu duruma “Marcel Praust sendromu” denir.
Psikiyatrik
hastalarda testlerin uygulanması güç ve bazen olanaksızdır.
Şizofreni:
Koku alımı değişiklikler
gösterir.
Depresyon:
Hasta kötü kokuları ayırt edemeyeceğinden veya kendi kokusunu algılayamayacağından
korkarak anosmiye girer.
Histeri:
Testleri uygulama güçlüğü vardır. Hasta trigeminal uyarıları bile
algılamadığını söyler kahve-amonyak uygulaması yapılır. Histerik
hasta ikisini de algılamaz ancak anosmikler amonyaktan etkilenir.
Hastalar genelde total anosmiden yakınırlar. Öykü yaralı olmaz
kemosensöriyel uyarılmış potansiyeller uygulanabilir.
Olfaktif
referans sendromu: Şizofrenik
olmayan, sessiz, çekingen, içe dönük, genellikle 30 yaşın altında
erkeklerde görülen ve vücuttan kötü koku yayılması yakınması olan
bu olay koku hallüsinasyonudur.
Alzheimer
hastalığı: Majör demans,
olfaktör disfonksiyon ile karakterize bir hastalıktır. Koku bozuklukları
hastalığın erken ve önemli bir komponentidir.
PRESBİOSMİ
Diğer
duyu sistemlerindeki gibi koku alma duyusu da yaşa bağlı olarak
geriler. Değişik yaşlardaki kadavraların bulbus olfaktoriusu incelenmiş
ve bulbustaki fibrillerin her yıl %1 oranında azaldığı görülmüştür.
Fibrillerdeki bu azalma olfaktör mukozadaki sensitif hücrelerin azalmasına
sekonder olabilir. Aynı şekilde santral sinir sistemindeki algılama
fonksiyonu düşmektedir.
FİZYOLOJİK
NEDENLER
Cinsiyet
ile koku duyusu arasında bir bağlantı olduğu tahmin
edilmektedir ancak bu konuda yeterli çalışma bulunmamaktadır.
Hayvanlarda kastrasyon sonrası sadece olfaktör bölgede değil tüm
nazal mukozada hipertrofi saptanmıştır. Östrojenler respiratuar
mukozada hiperemiye yol açarlar. Progesteronlar ise konkalardaki erektil
doku üzerine etilidir. Klinik gözlemler kadınlarda mensturasyon dönemlerinde
epistaksislerin arttığı ve koku alma eşiklerinin yükseldiğini göstermiştir.
Gebelikte ise koku alma eşiği ilk iki ayda yükselir sonra normale döner.
Hormonal değişiklikler nazal sekresyonu değiştirerek olfaksiyon üzerine
etki ederler. Exaltolide adı verilen sentetik lakton yapısında bir
madde kadın ve erkek tarafından farklı şekilde algılanmaktadır.
Testosteron enjeksiyonu koku alma hissini arttırmaktadır. Bu nedenle
tedavi için düşünülmüş ancak beklenen sonuçlar alınamamıştır.
İDİOPATİK
KOKU BOZUKLUKLARI
Orta
yaşlarda ve sebebi bulunamayan olgular idiopatik olarak kabul edilir. Sanıldığından
daha büyük bir yüzdeyi kapsarlar. Henkin %19, Goodsped% 25.9 oranında
nedeni bilinmeyen hiposmi bildirmektedir.
|