Hiperbarik
oksijen tedavisi, arttırılmış çevre basıncı altında, aralıklarla
% 100 oksijen solunmasıdır.
Hiperbarik
oksijen, normal atmosfer basıncının (1 ATA = 760 mmHg) üzerinde 2,
2.5, 3 ATA’ya kadar yükseltilen basınç altında, kapalı silindirik
bir oda içinde, konforlu bir ortamda hastaların %100 oksijen solumaları
yoluyla gerçekleştirilen sistemik bir tedavi yöntemidir.
Bu
konuda çalışmalar International Committee of Hyperbaric Medicine (ICHM)
ve Underwater and Hyperbaric Medical Society (UHMS)’in düzenleme
ve denetimi altında sürdürülmektedir.
Ülkemizde
Hiperbarik Tıp ile ilgili, biri İstanbul Üniversitesi İstanbul
Tıp Fakültesinde Sualtı Hekimliği Anabilim Dalı; diğer ikisi
de Gülhane Askeri Tıp Akademisi bünyesinde, Haydarpaşa’da Deniz
ve Sualtı Hekimliği Anabilim Dalı ile Eskişehir’de Hava
ve Uzay Hekimliği Anabilim Dalı olmak üzerer üç akademik merkez
vardır.
TARİHÇE
Hiperbarik
tedavinin tarihi dalış tıbbının başlangıcına kadar uzanmaktadır
ve vurgun yiyen dalgıçların basınçlı ortamda tedavisiyle başlamıştır.
Hiperbarik tıbbın tarihindeki dönüm noktası 1775’de İngiliz bilim
adamı Joseph Priestly’nin oksijeni bulmasıyla olmuştur.
Ancak, 1789’da Lavoisier ve Seguin tarafından basınçlı
oksijenin toksik etkisi rapor edilerek kullanımından uzak durulması önerilmiştir. Basınç fizyolojisinin babası sayılan Paul Bert, 1878’de
oksijen toksisitesinin bilimsel yönünü keşfetmiş ve dekompresyon
hastalıklarında sorunun, basınç altında eriyik azotun, basınç hızla
kalktığında gaz haline dönüşüp kabarcıklar oluşturmasına bağlı
olduğunu açıklamış ve “yeniden basınç” (= rekompresyon) odasına
almakla düzelme olduğunu gözlemiştir. 1907 de Haldane yüksek basınçlı
ortamda bulunmuş birini normal atmosferik basınca geri getirirken çeşitli
kademelerde bekleterek hastalığın oluşmasını önlenebileceğini
bildirmiş ve “kademeli dekompresyon” önermiştir.
Basınçlı
oksijenin dalgıçlarda, dekompresyon hastalığında, faydalı olduğunun
ilk tespiti ise 1917’de Drager tarafından yapılmıştır. 1937’de
Behnke ve Shaw’ın dekompresyon hastalığının tedavisinde basınçlı
oksijeni kullanmasıyla da hiperbarik oksijen tedavisi dönemi başlamıştır.
ETKİ
MEKANİZMASI VE TEKNİK
HENRY
YASASI
×Gazların
eriyik hale geçmeleri
“BELLİ
BİR HACİM SIVIDA ÇÖZÜLEN GAZ MİKTARI, GAZIN PARSİYEL BASINCI İLE
İLGİLİDİR”
BOYLE-MARIOTT
YASASI
×Gazların
hacim değişiklikleri
“SABİT
ISIDA BİR GAZIN HACMİ, ONU ETKİLEYEN BASINÇLA TERS ORANTILI OLARAK DEĞİŞİR”
DALTON
YASASI
×Gazların
parsiyel basınçları
“BİR
GAZ KARIŞIMINDA, KARIŞIMDAKİ HER GAZIN BASINCI, HACİMDE YALNIZ BULUNDUĞU
ZAMANDAKİ BASINCINA EŞİTTİR”
Derinlik
“her 10 m” arttığında:
*
çevre basıncı “1 ata” artmaktadırØ10
m de 2 ata; 20 m de 3 ata...
*
gazların parsiyel basınçları düz oranlı olarak artmaktadır
Ø10
m de 2psi; 20 m de 3 psi; 30 m de 4 psi...
×
DALTON YASASI
*
gazların hacmi ters oranlı olarak azalmaktadır
×
BOYLE YASASI
Ø10
m de ½ hacim; 20 m de 1/3 hacim; 30 m de ¼
hacim....
DERİNLİK
|
TOTAL
BASINÇ
Atm
mutlak
|
PARSİYAL
BASINÇ
N2
O2
|
GAZ HACMİ
|
0
|
m
|
1
ata
|
15psi
|
12psi
|
3psi
|
1
100 cc
|
10
|
m
|
2
ata
|
30psi
|
24psi
|
6psi
|
½
50 cc
|
20
|
m
|
3
ata
|
45psi
|
36psi
|
9psi
|
1/3
33cc
|
30
|
m
|
4
ata
|
60psi
|
45psi
|
12psi
|
¼
25 cc
|
Vücut
dokuları ve sıvıları, artan basınç altında (kompresyonda) havanın
hacimsel sıkışmaya uğraması nedeniyle, solunum havasındaki gazları
normalde ihtiva ettiğinden daha fazla miktarda eriyik halinde barındırabilmektedir
(HENRY YASASI)
Normal
atmosferik basınçta (1 ATA), arteryel oksijen basıncı (pO2) 95-97 mm
Hg’dır. Solunan havanın karışımı da yaklaşık %78 Azot, %21
Oksijen ve %1 diğer gazların karışımıdır.
3
ATA basınç altında % 100 oksijen solunduğu zaman arteryel oksijen basıncı
(pO2) 2100-2200 mm Hg’ya yükselir.
Doku pO2’si de buna yakın değerlere çıkar. Artırılan pO2’nin
etkisiyle normal fonksiyone kapillerlerden, hipoperfüze hipoksik yara bölgesine
artan düzeyde oksijen perfüzyonu sonucunda hipoksik dokuda oksijen basıncı
yükseltilir. Bu, polarografik oksijen ölçümleriyle gösterilmiştir.
Erimiş
oksijen: Normal barometrik basınçda çok az miktarda (%2) O2 kanda
eriyik halde bulunur. Hiperbarik oksijenasyonda O2 %6 miktara varan erime
gösterir. Yani, kanda eriyik haldeki oksijen HBO2 ile 3 katına çıkarılabilmektedir.
Bu da, dokuların metabolik ihtiyaçlarını karşılayacak düzeydedir.
Bununla ilgili olarak yapılan hayvan deneylerinde, tüm eritrositleri alınmış
tavşanların 3 atmosfer basınç altında normal yaşamlarını sürdürdükleri
gösterilmiştir.
Hastanın
durumuna ve hastalığına göre yapılan protokollere uygun olarak günlük
bir ya da iki seans uygulanan HBO2 ile:
a-
Kapiller proliferasyon için destek sağlayan kollajen üretiminde
ve fibroblast bölünmesinde artış sağlanır. Böylece anfekte açık
amputasyon stump’unda, greftlenmiş kemikte veya dokuda zengin vasküler
yatak oluşumu çok hızlanır. Vasküler zenginleşme ve doku PO2
artışı ile, bölgesel perfüzyon yetmezliğinde, enfekte diabetik ülserde,
dekübitus ülserinde, kronik osteomyelitte, kompartman sendromunda, parçalı
enfekte kırıkta iyileşme hızı artmış olur.
b-
Hipoksik ve enfekte dokuda tam fonksiyone olmayan lökositlerin
fagositoz yeteneklerinde artma oluştuğu gibi, fagositlerin içine aldıkları
bakterileri öldürme hızlarında da artış meydana gelmektedir.
Acil
olgularda HBO2 uygulamasıyla yaklaşık 2200 mmHg’lık arteryel oksijen
basıncı:
c-
Gazlı gangrende mikroorganizmanın oluşturduğu toksin üretimini
inhibe eder ve mutlak anaeroblar üzerine bakteriolitik etki gösterir.
d-
Fiziksel olarak çözünen oksijenin artan miktardaki varlığı,
Merkez Sinir Sistemi enzim yapılarını ve hemoglobini tutan
karbonmonoksitin ayrışma hızını artırır. Santral sinir sisteminde,
myokard hücrelerinde, hücresel solunum enzimlerine bağlanan
karbonmonoksitin eliminasyon hızı ileri derecede artar. Yapılan çalışmalar
bu hızın 23 dakika gibi çok kısa bir süre olduğunu göstermiştir.
Basınç
odasındaki hava basıncının, deniz seviyesindekinden (1ATA) daha yüksek
değerlere çıkartılması:
e-
Dekompresyon hastalığı gibi kompleks dalgıç hastalıklarında koagülasyon
ve benzeri mekanizmaları tetikleyen doku ve intravasküler gaz kabarcıklarının
yok edilmesini sağlar.
f-
İatrojenik intravasküler gaz embolisinde veya dalışa bağlı
pulmoner overinflasyon sendromunda oluşan intravasküler gaz embolisinin
hasara uğratacağı santral sinir sistemi başta olmak üzere, diğer
hayati organları etkileyen gaz kabarcıklarının kompresyonunu sağlar
ve oksijen perfüzyonunu düzeltir.
Beyin
ödemini ilk uygulamada %30’un üzerinde azaltan HBO2 çevre dokunun
normal arteriollerinin vazokonstrüksiyonunu sağlayarak ve hipoksik
kapillerlerin permeabilite artışını düzelterek beyin ödemini
geriletir. PO2’nin yükseltildiği durumlarda oksijen diffüzyonu
normalin 4 katına çıkarılabilir ki bu da ödem gelişmiş dokularda
iki kapiller arasındaki mesafenin genişlemesiyle ortaya çıkan
hipoksiyi ortadan kaldırır.
HİPERBARİK
OKSİJENİN YAN ETKİLERİ:
Bert
tarafından 1880’de MSS toksisitesi, Smith tarafından da 1897’de akciğer
toksisitesi tanımlandı. Unutmamak gerekir ki, oksijen bir ilaçtır, her
ilaç gibi dozu vardır. Bu dozun altında etkisiz kalır ve bu dozun üzerinde’de
toksik olabilir. Diğer ilaçlarla etkileşir, yan etkileri ve
kontrendikasyonları vardır, ama yok denecek kadar azdır.
Kardiovasküler
etkileri: HBO2 kardiyak atımda % 10-20 düşüşe neden olur. Bu düşüş,
bradikardi nedeniyledir. Arter kan basıncı genelde sabit kalır. Genel
olarak vazokonstriksiyon oluşarak (özellikle beyin ve böbreklerde) artmış
pO2’nin etkisini dokularda belli eder. Artmış pO2’nin
vazokontriksiyon etkisinin, hücre hipoksisinin üstesinden geldiği
unutulmamalıdır. HBO2’in bu vazokonstriksiyon etkisi, bazı durumlarda
arzu edilen yan etki olarak ortaya çıkar. Örneğin, yanıklarda gaz
embolisinde, dekompresyon hastalığında, periferik travmadaki ödem ve
şişlikte HBO2, hipoksinin oluşturduğu ödemi azaltır.
Karbondioksit
birikimi: HBO2 sonucu venöz kandaki Hb’nin %100 doymuşluğu vardır.
Bu durumda kan pCO2 artar ve pH asit tarafa kayar. Bu asidoz,
Hb’nin CO2 taşıma kapasitesindeki düşüş sonucudur,
ciddi bir sonuç oluşturmaz. Sadece CO2’in %20’si venöz
kandaki Hb ile taşınır.
Gaz
kanunlarının etkileri ve hastalarda dikkat edilecek noktalar:
Su
sıkıştırlamaz olduğu için ve insan vücut dokuları da esas olarak
su’dan oluştuğuna göre, insan vücudunda derinlikle ilgili olarak
hacim değişikliği olmaz; basınç eşit olarak yayılır ve direkt bir
etki hissedilmez. Buna karşın insan vücudunun hava dolu boşlukları
olan orta kulak ve sinüslerdeki gazlar sıkıştırılabilir nitelikte
olduklarından basınç değişikliklerinden etkilenirler (BAROTRAVMA).
HBO2 tedavi odasına girenlerde en sık rastlanan problemlerin başında
orta kulak ve paranasal sinüs şikayetleri gelir. Daha önceki tecrübeler
ve verilecek eğitim, bu boşluklardaki gaz değişimini eşit duruma
getirmeye yardım eder.
Vazokonstriktör
burun damlaları, HBO2 tedavisi sırasında oluşan problemleri azaltmada
yardımcı olur. Üst solunum yolu infeksiyonları bu eşitleme işlemindeki
zorlukları arttırır. Bu nedenle, böyle durumda olan hastalar KBB
tedavisi olmadan tedavi odasına alınmamalıdır veya şuursuz hastalarda
timpan zarının perforasyonunu önlemek için iki taraflı myringotomi ve
ventilasyon tüpü yerleştirilmesi yapılmalıdır.
Ayrıca,
scuba dalışı yapan bir dalgıçta, Dalton yasasına uygun
olarak, gazların parsiyel basınçları da derinliğe oranlı olarak arttıklarından,
solunan gaz karışımının içindeki gazların etkinliği de artar. Örneğin
deniz sathında 3 psi olan O2 parsiyel basıncı 40 m
derinlikte 15 psi değere çıkar ki bu da deniz sathında %100 O2
solumaya eşittir. Bu da O2 zehirlenmesi anlamına
gelebilir.
Boyle
yasasına uygun olarak genişleyen solunum gazları alveoler gerilme
ve yırtılmaya neden olur. Yırtılma sonucu pnömomediastinum, pnömotoraks
veya gaz embolisi gelişir. Böyle bir tehlikeden korunmak için hasta
tedavi odası içinde iyi gözlenmeli ve daha önceden akciğerlere ait
hastalık olup olmadığı belirlenmelidir. Hasta hikayesinin tam alınmadığı
durumda dekompresyon hızı çok yavaş ayarlanmalıdır. Endotrakeal tüp
ve buna benzer balonlu aletler iyi gözlenmelidir. Atmosferik basınçta
şişirilmiş balonlar, HBO2 sırasında hacimleri küçüleceğinden
hipoventilasyona yol açar. Buna karşılık, dekompresyon sırasında
balon hacmi genişlemesi trakea yırtılmalarına yol açar. Bu nedenle,
balonların istenilen basınçta kalmaları sağlanmalıdır. Bu etkiler,
balonlara hava yerine fizyolojik serum doldurmakla önlenebilir.
Günümüze
dek yapılan çalışma ve çalışma sonuçları HBO2’in birçok hastalığın
tedavisinde yer alabileceğini göstermiştir. Dünyanın çeşitli araştırma
ve tedavi enstitülerinin verilerine göre süre ve doz (derinlik)
profilleri ortaya konmuş ve benzer tedavi protokolleri yaygın şekilde
kullanılarak geniş kabul görmüştür. Tedavi sonuçları ve başarı yüzdeleri
üzerine yapılmış çalışmalara göre HBO2’in hangi hastalıklara
tedaviye ne oranda katılabileceği saptanmıştır; günümüze kadar
gelişerek 150’nin üzerinde farklı klinik tabloda denenmiştir.
HİPERBARİK
OKSİJENİN KULLANILDIĞI HASTALIKLAR
ACİL
ENDİKASYONLAR
|
DİĞER
ENDİKASYONLAR
|
-
Hava veya gaz embolisi
-
Dekompresyon hastalığı
-
Gazlı gangren
-
Karbonmonoksit zehirlenmesi
-
Beyin ödemi
-
Termal yanıklar
-
Ani işitme kaybı
-
Ani görme kaybı
-
Ani gelişen ekstremite arter yetmezliği
-
Orak hücre krizi
-
Siyanür zehirlenmesi
-
Karbon tetraklörür zehirlenmesi
-
Aşırı kan kaybına bağlı anemiler
-
Progressif dermal gangren
|
-
Akut ve kronik osteomyelit
-
Malign otitis externa
-
Crush tarzı yaralanmalar
-
Kompartman sendromu ve travmatik
iskemiler
-
Osteoradyonekroz ve yumuşak doku radyasyon nekrozları
-
Anaerobik ve mikst beyin abseleri
-
Kemik grefti uygulamaları
-
Aseptik nekroz
-
Stump enfeksiyonları
-
Nekrozitan fassiit
-
Diabetik, dekubitus, arteryel yetmezlik ülserleri
-
Tedavide dirençli atonik yaralar
-
Spinal kord kontüzyonu
-
Hipoksik ensefalopati
-
Frostbite (Donmalar)
-
Pseudomembranöz enterokolit
-
Radyasyon myeliti, enteriti
-
Örümcek ve yılan sokması
-
Retrakter sistemik mikozlar (Aktinomikoz, mukormukoz)
- Anaerobik enfeksiyonlar
-
Bazı mantar enfeksiyonları
-
Gecikmiş yara iyileşmesi
|
Dekompresyon
hastalığı: Çeşitli nedenlerle oluşan dekompresyon hastalığının
tedavisinde HBO2’in kullanılması primer kullanım alanıdır.
Dalış
sırasında, derindeki basıncın etkisiyle eriyik halinde dolaşımda
bulunan azot gazının, çevre basıncının aniden azalması nedeniyle
aniden gaz haline geçmesiyle oluşan hava kabarcıkları ve buna bağlı
gaz ambolisi dekompresyon hastalığı olarak isimlendirilir. Hastanın
hemen aynı basınç koşullarına sokularak amboli yapan gazın tekrar
eriyik haline getirilmesi ve yavaş yavaş dekomprese edilerek amboli oluşturmadan
solunum ile atılması esas amaçtır.
Tedavinin
başarısı, dekompresyon hastalığının oluşması ile tedavinin başlangıcı
arasında geçen zamana bağlıdır. Yeniden rekomprese edilen şahıs
66-165 feet arası derinlikte, 1.5-14 saat arasında değişen sürede,
semptomların düzelmesine bağlı olarak, dereceli olarak tekrar
dekompresyona maruz bırakılır. Bu dereceli dekompresyon sayesinde
tekrar sıvı hale dönmüş azot gazı kabarcıklar halinde tekrar ortaya
çıkmadan solunum ile atılır.
Gerekirse,
bulgular geçene kadar günlük HBO2 tedavisi planlanabilir. Tedavide
etki; hem gaz kabarcıklarının çaplarının küçülmesi, sıvı içinde
çözünmelerinin sağlanması, hem de doku ve hücreler giden oksijen
miktarının arttırılması şekliyle iki yönlüdür.
Akut
gaz embolisi: HBO2 tedavisi arteriel veya venöz gaz embolileri için
iyi bir endikasyondur. Bu durum, genel inanışın aksine oldukça sık
oluşur.
Gaz
embolisi sebepleri arasında, açık göğüs yaralanmaları, boyun, göğüs
ve beyin cerrahileri, kateter veya iğneyle yapılan müdahaleler,
jinekolojik manüplasyonlar, renal dializ ve açık kalp cerrahisi sayılabilir.
Tedavi
akut fazda etkili olmaktadır. Özellikle ambolinin oluşmasından sonraki
ilk birkaç saat içinde başlanan tedavinin başarı şansı oldukça yüksektir.
Gaz kabarcığı doku içinde birkaç gün varlığını korur. Bu
nedenle, gecikme olsa bile HBO2 tedavisi yapılmalıdır. Gaz ambolisi
sonrasında oluşan nörolojik semptomlar, dolaşımın normale dönmesi
ve reaktif ödemin çözülmesiyle ortadan kalkarlar.
Genelde
tedavi derinliği 165 feet’tir. İlk dalış 5-12 saat kadar sürebilir.
Takibeden dalışlar 1.5-5 saat arasında değişir. Derinlik de 60 feet
olarak değişebilir. Dekompresyon hastalığında uygulanan tedavi
tabloları bunlarda da uygulanabilir. 10-14 dalış sonrasında değerlendirme
yapılmalıdır.
CO
zehirlenmesi: Karbonmonoksit (CO)’in karboksihemoglobin oluşturarak
hücrelere oksijen transferini engellemesinin yanında son zamanlarda
ortaya konan bir diğer etkisi de sitokrom C oksidaz ve sitokrom p-450 üzerindeki
oksijenle girdiği kompetitif inhibisyon etkisidir. Sitokrom C oksidaz ve
sitokrom p-450, oksijeni CO’e göre dokuz kat fazla tercih eder. Bu da,
klinik bulgularla karboksihemoglobin seviyesi arasındaki uyumsuzluğu ve
HBO2’in gerekliliğini açıklamakta yardımcı olur.
Hiperbarik
ortamda oksijen solunması CO zehirlenmelerinde klinik olarak tam başarı
sağlar. Bulgulardaki dramatik düzelmenin yanısıra, geç dönemde oluşacak
sekelleri de engeller. Eğer ölçülebiliyorsa, % 40 ve üzerinde
karboksihemoglobini olanlar mutlaka HBO2 ile tedavi edilmelidir. Bu değerin
altındaki karboksihemoglobin konsantrasyonlarında diğer tedavi yöntemleri
de etkili olmaktadır.
Anaerobik
infeksiyonlar: Özellikle klostridium grubu mikroorganizmalarla oluşan
infeksiyonlarda, cerrahi tedavi ve antibiyotiklerle birlikte tedavinin bir
parçası olarak HBO2 uygulandığında çok başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Bilindiği gibi, bu tür mikroorganizmaların etkisi ekzotoksinleri
yoluyla olmaktadır. Yapılan çalışmalarda, 3 ATA basınçta yapılan
oksijen solunmasında, infekte dokunun parsiyel oksijen basıncı seviyesi
300 mmHg’nın üstüne yükselmiştir. Bu basınçtaki bir oksijen
seviyesinde ekzotoksinlerin inhibe olduğu ve böylece detoksifikasyonun
sağlandığı ayrıca gösterilmiştir. Yüksek oksijen konsantrasyonunun
direkt bakterisid etkisinin yanısıra çoğalmayı (germinasyonu)
engelleyici etkisi de gözlenmiştir. Dokudaki oksijen parsiyel basıncındaki
artış, PMN lökositlerin ve makrofajların oksijene bağlı bakterisid
etkisini arttırır.
341
klostridial gazlı gangren olgusunun ele alındığı bir araştırmada,
hastaların sadece %10.6’sı (36 hasta) HBO2 ile oksijen solunması başladıktan
sonra 26 saat içinde ölmüştür. Tüm hastalar, infeksiyonun tanınmasından
sonraki 24 saat içinde tedaviye alınmışlardır. Normalde %50’nin üzerinde
olan amputasyon oranı %24’e indirilmiştir. Yine pek çok çalışmada,
ölüm ve amputasyon oranlarının, HBO2 ile uygulanan oksijenle %50 oranında
azaldığı bildirilmiştir.
Tedavi,
genelde 3 ATA’de 90 dk. olarak, ilk 24 saatte 3 defa, sonraki 4-5 gün içinde
günde 2 defa ve onuncu tedavi sonrası değerlendirme şeklinde olmalıdır.
Osteomiyelit:
HBO2, özellikle kronik refrakter osteomiyelit’te kullanılabilir.
Amaç, yine dokudaki oksijen konsantrasyonunu yükseltmektir. Sağlıklı
kemik dokusunda O2 konsantrasyonu 102 mmHg civarındadır. İnfekte
dokuda ise bu 25 mmHg’ya kadar düşer. Osteoklastik aktivite, makrofaj
ve PMN lökosit aktivitesi için ise 45 mmHg civarında olması gereken
oksijen parsiyel basıncı, HBO2 kullanımıyla 120 mmHg’ya ulaşır. Bu
basınç, sağlıklı kemik dokusunda 300 mmHg’yı geçer.
HBO2
antibiyotiklerle beraber kullanıldığında, antibiyotiklere karşı
engel oluşturan nekrotik kemik, avasküler skar dokusu ve diğer oksijen
bariyerlerini kırarak, gerek antibiyotik, gerekse lökositlerin infekte
dokudaki konsantrasyonlarını arttırmaktadır. Yani, antibiyotiklere
sinerjik etki göstermektedir.
HBO2
ile osteoklastik aktivitede % 60-85 arasında değişen oranlarda artış
oluşmaktadır. Cerrahi ve antibiyotikle kombine uygulanmalıdır.
Tedavilerde genellikle 10-20 seans HBO2 ve uygun antibiyotik tedavisi
birlikte uygulanmakta, sonrasında infekte bölgenin cerrahi tedavisi yapılmakta,
postoperatif olarak HBO2 ve antibiyotik tedavisine uzmanlarca gerek
duyulduğu kadar devam edilmektedir.
Yanık
yarasının tedavisinde esas infeksiyonu önlemek, iyileşme süresini
kısaltmak ve aşırı skar dokusu oluşmasını engellemektir.
Diabetik
ayak yaraları: Diabetik ayak; duyusal, motor, otonomik nöropati ve
makro-mikro vasküler hastalıkla karakterizedir.
HBO2
ile artan doku pO2’nın etkileri şöyle özetlenebilir:
-
Nötrofillerin oksijene bağımlı bakterisid etkisinin düzenlenmesi,
-
Anaerobik ve bazı aerobik mikroorganizmalarda germinasyonun inhibisyonu,
-
Fibroblast aktivitesinin artışı,
-
Yeni oluşan kollagen çerçevede kapiller endotelinin oluşumu,
-
Eritrositlerin elastikiyetinin artışı.
2.0-2.5
ATA’de, 60-120 dk. yaranın durumuna göre günde iki seansla başlayıp,
sonradan günde bire indirilebilir. 20 seans sonrasında değerlendirilip
greft konabilir. Daha sonra da en az 10 seans yapılmalıdır.
Malign
Otitis Externa
Malign
otitis externa, immünitesi zayıflamış kişilerde, dış kulak yolu ile
çevre yumuşak doku ve kemiklerde görülen progresif, nekrotizan bir
enfeksiyondur. Pseudomonas aeroginosa ve Staphylococcus aureus en sık görülen
enfeksiyon ajanlarıdır. Bunun yanında Aspergillus gibi mantarlar da dış
kulak yolu ve temporal kemikte ciddi enfeksiyona neden olurlar.
Bu
hastalık ileri yaşlarda, diabetiklerde, AIDS hastası gibi immün
sistemi zayıflamış kişilerde görülür.
Malign
otitis externa seyrinde üç klinik evre görülür:
Birinci
evrede dış kulak yolunun ve çevre yumuşak dokunun ağrılı
enfeksiyonu (fasyal paralizi olsun ya da olmasın);
İkinci
evrede kafa tabanı osteiti veya multipl kranial nöropatiyi kapsayacak şekilde
enfeksiyonun yayılması;
Üçüncü
evrede intrakranial yayılım (menenjit, epidural ampiyem, subdural
ampiyem ya da beyin absesi) görülür.
Enfeksiyonun
birinci evresinde oral kinolon veya anti-pseudomonal beta-laktam
antibiyotik kombinasyonu yeterlidir. Ancak ağrının kesilmesi ile
tedaviye zamanından önce son vermek enfeksiyonun tekrarlamasına yol açabilir.
Bu yüzden tedavi protokolü tam olarak uygulanmalıdır. Fasial sinir,
malign otitis externa’da ilk önce ve en sık tutulan kranial sinirdir:
çabuk tutulur ve çabuk iyileşir. Bu yüzden fasial paralizi prognozu kötüleştirmez.
İkinci
evrede, hastaların kafa içi komplikasyonlarını engellemek için yoğun
tedavi protokolü uygulamak gerekir. Meyerhoff ve ark. %37 olan
mortalitenin, gentamisin ve karbenisilin kombinasyonu ile %23’lere
gerilediğini bildirmiştir. Damiani ve ark. kranial sinir tutulumu ile
birlikte mortalite oranını %60-61 olarak bildirmişlerdir.
Diyabetli
hastalarda mikroanjiyopatiye bağlı lokal doku hipoperfüzyonu ve
hipoksisi, temporal kemiği ve kulağı pseudomonal enfeksiyonuna karşı
zayıf düşürür. Aynı zamanda enfeksiyon da, doku hipoksisinin artmasına
yol açmaktadır. Bu hipoksi bakteriyel oksijen kullanımı, enflamatuar
proçesin yüksek oksijen kullanması ve azalmış yerel dolaşım yoluyla
gelişmektedir. Hipoksi, fagositoz yoluyla bakteri öldürülmesini
engeller. Mikroanjiyopatiye bağlı hipoperfüzyonlu dokular, enfeksiyona
son derece açık hale gelir. Enfeksiyon başladığı zaman bu kısır döngüye
girilir. Ödem, azalmış perfüzyon, artmış oksijen kullanımı, doku
hipoksisi ve lökositler için gerekli oksijenin yokluğu diyabetli
hastalarda enfeksiyonun ilerlemesine neden olur.
Erken
evrede yoğun antibiyotik tedavisi vasküler hasarın şiddetlenmesine
engel olarak dokuları sterilize eder. Ayrıca, evre 2 ve 3’de ek tedavi
protokolü olarak uygulanan hiperoksijenizasyon doku hasarının artmasına
engel olur. Bu yüzden antibiyotik tedavisine hiperbarik oksijen tedavisi
eklenmelidir. Hiperbarik oksijen tedavisi doku perfüzyonunu,
neomikroanjiyogenezisi ve kullanılan aminoglikozid etkinliğini arttırmaktadır.
Cerrahi
rezeksiyon son şans olarak düşünülmelidir. İlerlemiş hastalık, kişinin
immünitesinin bozulmuş olduğunu gösterir. Enfekte dokuların
rezeksiyonu, doku bariyerlerini kırarak enfeksiyonun yayılmasına
yol açar. Cerrahi rezeksiyon, immünitesi bozulmuş hastada
mortaliteyi yükseltir. Bununla birlikte, konvansiyonel tedavide başarısızlık
olursa cerrahiyi düşünmek gerekir. Hiperbarik oksijen tedavisi,
cerrahiye alternatif olarak düşünülmelidir.
ÖZET
Uygun
olarak seçilmiş olgularda gerekli cerrahi ve medikal tedavi metodları
ile birlikte hiperbarik oksijen’in tedaviye eklenmesi, özellikle başarı
yüzdesi düşük, hospitalizasyon süresi uzamış zor vakalarda şifa
oranını yükseltmektedir.
Başarılı
sonuçlar alınması doku perfüzyon bozukluğunun derecesine, muhtemelen
birlikte bulunan sistemik etkilenmeye, enfeksiyon bölgesinin derinliğine,
HBO2 tedavisine başlamadan önceki doku hasarının derecesine bağlıdır.
Bu sebeplerle hipoksi şüphesinde ve hipoksinin yol açacağı muhtemel
komplikasyonların gelişebileceği durumlarda, hastaların HBO2
tedavisine alınması hem tedavi süresini kısaltarak erken sonuç elde
edilmesini sağlayacak, hem de hastanın temel tedavi başarı yüzdesini
artıracaktır.
KBB
sahamızda; ani işitme kayıpları, Meniere hastalığı, anaerobik
enfeksiyonlar, mantar enfeksiyonları, malign otitis externa, kemik ve
yumuşak doku greft uygulamaları, radyasyon nekrozlarında ve gecikmiş
yara iyileşmelerinde HBO2 nin tedaviye eklenmesi başarı şansını arttıracaktır.
Bu
tedavi belirtilen protokollerde uygulandığında bazı ülkelerde sigorta
sistemleri tedavi masraflarını karşılamaktadır. |