DERİN BOYUN
ENFEKSİYONLARINDA TANI
Derin boyun
enfeksiyonlarının tanısı birkaç basamaklıdır;
A) Anamnez ve
fizik muayene
B)
Laboratuvar
C)
Görüntüleme
A) Anamnez ve fizik
muayene
Derin boyun
enfeksiyonlarında semptom ve bulgular enfeksiyon
kaynağına olduğu gibi ilk tutulan alana ve hastalığın
yayılmasına bağlıdır.
Anamnez alırken hastaya;
·
Ağrı
·
Dental
sorunlar
·
Geçirilmiş
üst solunum yolu enfeksiyonu
·
Boyun yada
oral kaviteye travma öyküsü
·
Solunum
zorluğu
·
Disfaji
·
Olası
bağışıklık baskılayıcı nedenler (kemoterapi,AIDS)
·
Hastalığın
başlangıç hızı
·
Semptomların seyri ve süresi mutlaka sorulmalıdır.
Fizik
muayene olası enfeksiyon odağını saptamaya ve tutulan
boyun boşluklarını belirlemeye, gelişebilecek olası
fonksiyonel bozuklukları ve komplikasyonları tahmin
edebilmeye yönelik olmalıdır. Baş boyun muayenesi ve
dental muayene tam olarak yapılmalıdır. En sık bulunan
semptomlar ateş, lökositoz ve boyunda hassasiyettir.
Bunu boğaz ağrısı, disfaji, iştah kaybı, ses
değişiklikleri izler. Diğer semptomlar tutulan boşluğa
ve başka sebeplere bağlı olabilir. Bunlar arasında;
·
Pediatrik
retrofarengeal apselerin % 70’inde boyun kitlesine
veya lenfadenopatiye bağlı boyun asimetrisi
·
Parafarengeal boşluk tutulumunda lateral farengeal
bandın ve tonsilin medialize olduğu
·
Pterigoid
kasların tutulumunda trismus
·
Paraspinal
kasların tutulumunda tortikollis ve boyun hareket
açıklığında azalma
·
Derin
yerleşime yada boyundaki yumuşak dokulara bağlı olarak
fluktuasyon alınamaması
·
Özellikle
kranial sinirlerde olmak üzere nöral defisitler (
karotis kılıfı ve vagus tutulumuna bağlı olarak ses
kabalaşmasından vokal kord paralizisine kadar değişen
çeşitli semptomlar görülebilir) ve servikal sempatik
zincirin tutulumuna bağlı olarak Horner sendromu
·
Bacaklı
ateş ( İnternal juguler ven tromboflebiti ve septik
embolizasyon sonucu)
·
Hava yolu
obstrüksiyonuna ve pulmoner komplikasyonlara bağlı
olarak dispne ve taşipne görülebilir.
Lokal ağrı ve ödemle
birlikte ateş, akut derin boyun enfeksiyonunun önemli
bir işaretidir. Tüm bu hastalar uzman hekime sevk
edilmeden önce bir şekilde antibiyotikle tedavi
edildiğinden semptomlar atipik olabilir. Ayrıca birçok
bölge arasında enfeksiyon yayılabildiğinden farklı
semptomlar da görülebilir.
B) Laboratuvar
Tüm enfeksiyonlarda
olduğu gibi kan sayımı, protrombin zamanı, parsiyel
tromboplastin zamanı ve rutin biyokimyasal tetkikler
yapılmalıdır.
Boğaz,kan, balgam
kültürleri ve gerektiğinde de asit-fast ve fungal
kültürler alınmalıdır. Olası viral etyolojiyi ortaya
koyabilmek için serumda viral markerlar
incelenmelidir.
Fluktuasyon veren
kitlelerde ince iğne aspirasyon biyopsisi ile hem
pünün varlığı saptanır hem de buradan elde edilen
materyalde bakteriyolojik çalışma ve gram boyama
yapılır. Asit fast organizmalar doku örneklerinden
daha kolay izole edildiklerinden, doku örneği
patolojik değerlendirmeye gönderilmelidir.
Mikrobiyolojik inceleme
boyun enfeksiyonlarının tanı ve tedavisinde önemli bir
dayanak noktasıdır. Derin boyun enfeksiyonları
polimikrobiyaldir ve sıklıkla oral flora
bakterileriyle oluşur. Stafilococus aerus antibiyotik
öncesi dönemde en sık üretilen bakteri iken
antibiyotiklerin devreye girmesiyle birlikte derin
boyun enfeksiyonlarında en sık üreyen bakteriler
streptokok türleri ve nonstreptokokal anaeroblardır.
Diş kaynaklı enfeksiyonlarda sıklıkla alfa-nonhemolitik
streptokoklar ön planda iken farengotonsiller kaynaklı
enfeksiyonlarda beta-hemolitik streptokoklar daha çok
ön planda görünür.
Derin boyun
enfeksiyonlarında dental nedenler ön planda
olduklarından anaerobik bakteriler de sıklıkla görülür
ve bunlar arasında da en sık üreyenler fusobakter,
bakteroides, peptostreptokok türleridir. Eikenella
corrodens kültürlerde en sık üreyen bakteri konumuna
gelmektedir. Bunun klinik önemi ise bu bakterinin
klindamisine dirençli olmasıdır. Fakültatif gram
negatif basillere pek rastlanmaz ancak diyabetik
hastalarda, yaşlılarda, bağışıklığı baskılanmış
hastalarda gram negatif mikroorganizmalar kültürlerde
saptanabilir. İntravenöz ilaç bağımlılığında ise yine
streptokok ve stafilokok türleri başı çekmektedir.
C) Görüntüleme
Derin boyun enfeksiyonu
tanısı koymak sadece hikaye ve fizik muayene bulguları
ile zordur. Tanı koymada, selülit ile apseyi ayırt
etmede ve enfeksiyonun yayılımını saptamada
görüntüleme yöntemlerinin faydaları vardır.
* Konvansiyonel
grafiler:
i) Lateral boyun
grafileri: Primer olarak retrofarengeal,
prevertebral ve retrotrakeal alanı incelemek açısından
faydalı olabilmektedir. Grafilerin iyi
dğerlendirilebilmesi için iyi çekilmiş olmaları
gerekmektedir. Boyun ekstansiyondayken, derin
inspiryum sırasında çekilmelidirler. Prevertebral ve
retrofarengeal yumuşak doku kalınlığı pozisyon ve
solunumla etkilenmenin yanında ağlama ve yutkunmakla
da değişir. Bu dokunun kalınlığı çocuklarda ve
erişkinlerde C2 seviyesinde 7 mm’den (retrofarengeal
bölgede), C6 seviyesinde ise 14 mm’den (erişkinlerde
22 mm) fazla ise enfeksiyon lehine yorumlanabilir.
Retrofarengeal apsede servikal aks düzleşmiştir.
Yabancı cisim ya da gaz oluşumu da lateral grafilerde
izlenebilir. Ancak büyük damarlarla olan ilişkinin
görülememesi bir eksikliktir. Bu grafilerin duyarlılık
oranı %80 kadardır.
ii) Panoramik
mandibula grafisi: Odontojenik nedenlerin
saptanması ve osteomiyelitin ortaya konabilmesi
açısından fikir verir. Yine tükürük bezlerindeki
enfeksiyonlarda rol oynayabilen tükürük taşları opaksa
direk grafilerde saptanabilir.
iii) Göğüs grafisi:
Pnömoni ya da mediastenitin varlığını
gösterebileceği gibi, tüberküloz gibi spesifik
enfeksiyonlardaki akciğer patolojilerinin saptanmasına
da yardımcı olur.
* Bilgisayarlı
tomografi
Bilgisayarlı tomografi
ile ayrıntılı bilgi elde edilebilir ve en önemli tanı
araçlarındandır. Kemik ve yumuşak yapıların iyi
görülmesini sağlar. Duyarlılığı % 95 iken kontrastlı
çekilirse duyarlılık % 100’ e çıkabilir. Kontrast
madde ile vasküler yapılar, juguler ven trombozu, lenf
nodu anatomisi daha kolaylıkla ortaya konulabilir.
Enfeksiyonun yayılımının saptanmasında, selülit ile
apse arasındaki ayırıcı tanının yapılmasında böylece
cerrahi girişimin planlamasına da yardımcı olabilir.
Örneğin T4 seviyesinin alt kısmına kadar inen
enfeksiyonlarda toraks cerrahının da cerrahi ekibe
katılması gereklidir.
* Manyetik Rezonans
Manyetik rezonans
görüntüleme ile bilgisayarlı tomografi arasında tanı
açısından belirgin bir farklılık olmamakla birlikte,
sagittal kesitin de görüntülenebildiği manyetik
rezonans görüntüleme ile, retrofarengeal ve lateral
farengeal alanda daha iyi sonuçlar alınır. Ayrıca
iyonize radyasyon verilmemesi, enjektable kontrast
maddenin daha az allerjik reaksiyonlara yol açması,
yüksek yumuşak doku sensitivitesi bilgisayarlı
tomografiye göre avantajlarıdır. Çekimin daha uzun
sürmesi, kapalı mekanda sıkıntı oluşturması, pahalı
olması ve her yerde bulunmaması bu yöntemin
dezavantajlarıdır.
Munoz ve arkadaşlarının
47 hasta üzerinde yaptıkları bir çalışmada, manyetik
rezonans ve bilgisayarlı tomografi karşılaştırılmış.
manyetik rezonans bilgisayarlı tomografi’ye göre
anatomiyi göstermede, anomalileri saptamada,
enfeksiyonun yayılımını saptamada ve tutulan alanları
belirlemede daha avantajlı bulunmuştur. Bu çalışma
sonucunda, derin boyun enfeksiyonlarının
görüntülenmesinde manyetik rezonansın ilk seçenek
olarak tercih edilebileceği saptanmıştır.
* Ultrasonografi
Ultrasonografi bazı
otörler tarafından önerilmesine rağmen, derin boyun
enfeksiyonlarının görüntülenmesinde çok da kabul
edilmiş bir yöntem değildir. Bu yöntemin iyi sonuç
verebilmesi için tecrübeli ellerce yapılması
gerekmektedir. Portable olması bu yöntemin
avantajıdır. Ayrıca lenf nodu, selülit ve apsenin
birbirinden ayrımı yapılabilir. Bundan başka
ultrasonografi eşliğinde apseye ponksiyon yapılması da
diğer bir kullanım alanıdır. Ultrasonografi aynı
zamanda tedavi esnasında düzelmenin izlenmesi amacıyla
da kullanılabilir.
DERİN BOYUN ENFEKSİYONLARINDA TEDAVİ
Derin boyun
enfeksiyonlarının tedavisi üç basamaklıdır;
1) Hava yolu
kontrolü
2) Etkili
antibiyotik tedavisi
3) Cerrahi
tedavi
1) Hava yolu
kontrolü: Tüm derin boyun enfeksiyonlarında hava
yolunun sağlanması oldukça önemlidir. Retrofarengeal
abselerde Ludwig anjininde özellikle önemlidir.
Larenksin çocuklarda erişkinlere göre daha yüksek
seviyede yerleşmiş olmasından dolayı hava yolu
obstrüksiyonu çocuklarda daha az görülmektedir. Hava
yolunun güvence altına alınması entübasyon veya
trakeotomi ile mümkün olmaktadır. Bazı durumlarda
airway ile hava yolunun sağlanması entübasyon ve
trakeotomi girişimini önleyebilir. Hava yolu, hasta
iyice tıkanıp acil müdahaleyi gerektiren bir durum
oluşmadan. Dispnesi ve stridoru olan hastalarda hava
yolu derhal kontrol edilmeli ve emniyete alınmalıdır.
Trismus varsa entübasyon yerine trakeotomi
açılmalıdır. Apse üst solunum yolu obstrüksiyonuna yol
açmışsa oral entübasyon zor olabilir ve entübasyon
dikkatli yapılmazsa apse rüptüre olabilir. Böylece
aspirasyon ve pnömoni riski oluşur. Zor hava
yollarının kontrolünde fiberoptik entübasyon
trakeotomiden kaçınmada önemli bir yöntemdir. Yine de
bazen trakeotomi kaçınılmaz olmaktadır. Bu durumda
ideal olarak trakeotomi lokal anestezi ile
açılmalıdır. Bununla birlikte trakeotomi açılırken
doku planlarının bozulmuş olduğu ve trakeanın da
deviye olabileceği unutulmamalıdır. Pretrakeal veya
visseral apselerde trakeotomiden kaçınmak uygun olur.
Bunun nedeni trakeotomi yapılabilmesi için geçilmesi
gereken doku planlarının enfeksiyon nedeniyle cerrahi
girişime uygun olmamasıdır. Cerrahi planlanmayan ve
solunum yolu obstrüksiyonu bulunmayan hastalar yoğun
bakım ünitelerine yatırılarak konservatif olarak takip
edilebilir.
Transnazal fiberoptik
larengoskopi, hava yolu tıkanıklığının derecesinin
saptanması ve olası bir entübasyonda oluşabilecek
zorluğu önceden tanımlamak için gerekebilir.
Yapılan çalışmalarda
derin boyun apsesi bulunan hastaların % 21’inde
trakeotomi gerekmiştir. Ludwig’s anjini olan
hastaların ise % 75’inde trakeotomi gerekmiştir.
2) Antibiyotik
tedavisi
Derin boyun enfeksiyonu
olan hastaların sadece antibiyoterapi ile tedavi
edilmesi günümüzde giderek güçlenen bir görüş olmasına
rağmen antibiyoterapi halen cerrahiye eşlik eden bir
tedavi yöntemi olarak uygulanmaktadır. bilgisayarlı
tomografi bulgularında abseden çok selülit bulguları
olan hastalarda tedavi sadece antibiyoterapi
olabilmektedir. Bir çok otore göre antibiyoterapi ile
24 – 48 saat içerisinde düzelme sağlanmazsa yeniden
görüntüleme yapılmalı ve buna göre cerrahi girişim
tedaviye eklenmelidir. Günümüzde derin boyun
enfeksiyonlarında sadece medikal tedaviyle başarı
sağlanmış bir çok vaka yayınlanmaktadır. Apse
oluştuğunda da cerrahi girişime gerek duyulmaksızın
medikal tedaviyle başarı sağlanabilir. Bu başarı
oranları literatürde %8 ila % 57 arasında
değişmektedir.
Antibiyoterapi
intravenöz şekilde yapılmalıdır. Genel olarak ampirik
olarak başlanılan antibiyotik tedavisi en sık
karşılaşılan organizmalar olan streptokoklara ve
anaeroblara yönelik olmalıdır. Enfeksiyonların büyük
kısmının polimikrobiyal olmasından dolayı kullanılacak
antibiyotikler geniş spektrumlu olmalıdır. Çeşitli
serilerde beta-laktamaz üreten antibiyotiklerin
sıklığı % 17 ila 71 arasında raporlanmıştır. Bu yüzden
tedavide beta laktamazlara dirençli penisilinlerle
birlikte, antianaerop ajanlar kombine edilmelidir.
Üçüncü kuşak sefalosporinler de tedavide
alternatiftir. Penisilin allerjisi olan hastalarda
klindamisin kullanılabilir. Fakat klindamisinin
Eikenella türlerine etkisiz olduğu unutulmamalıdır.
Ayrıca diğer gram negatif fakültatif anaeroplar da göz
önüne alındığında siprofloksasin kullanılması daha
akılcı olacaktır. Antibiyoterapi alınan kültür
sonuçlarına göre düzenlenmelidir.
Genel durumu bozuk olan
hastalarda kültürlerde P.aeroginosa saptanması
durumunda uygun tedavi tikarsilin-klavulonat,
piperasilin-tazobaktam ya da imipenem silastatin
içermelidir. Dirençli stafilokok suşlarından
şüphelenildiğinde ise tedaviye vankomisin eklenmesi
gram boyamaları ve kültürler sonuçlanana kadar uygun
bir yaklaşımdır.
Kural olarak hastanın
ateşsiz kaldığı 48 saat boyunca intravenöz tedaviye
devam edilir. Hastanın gastrointestinal fonksiyonları
normalse amoksisilin-klavulonat, klindamisin veya
siprofloksasin ile oral kullanıma geçilebilir.
3) Cerrahi tedavi
Selülit gibi yüzeysel
enfeksiyonlarda ve hatta bazen apselerde antibiyotik
tedavisi tek başına yeterli olabilmektedir. Enfeksiyon
alanında karotisin bulunması nedeniyle cerrahi
tedaviden çekinildiği durumlarda bile antibiyotik
tedavisiyle iyileşme sağlanabilir. Ancak hava yolu
obstrüksiyonu yapan özellikle derin yerleşimli
apselerde, sepsis geliştiğinde ve 48 saatlik
antibiyotik tedavisine rağmen yanıt alınamayan
durumlarda cerrahi girişim gereklidir.
Cerrahi drenaj gereken
hastalarda girişim apsenin yerine ve boyundaki
yapılarla olan ilişkisine göre planlanmalıdır.
a) Transoral drenaj:
Cerrahi planlamada ilk adım drenajın intraoral
insizyonla mı yoksa eksternal drenajla mı
yapılacağıdır. Geçmişte transoral insizyonla drenaj
isole retrofarengeal apselerle sınırlıydı.
Parafarengeal yerleşimli enfeksiyonlarda bu girşimin
yapılmasının nörovasküler yapılara ve poststiloid
kompartımana zarar verebileceği düşünülmekteydi. Fakat
günümüzde kontrastlı bilgisayarlı tomografiler
sayesinde büyük damarların apseyle olan ilişkisi ve
komşuluğu ortaya konulabilmektedir. Nagy ve
arkadaşları, preoperatif görüntüleme yöntemi
kullanarak yapılan transoral drenajın retrofarengeal,
parafarengeal veya kombine apselerde başarılı olduğunu
saptamışlardır (% 97). Parafarengeal boşluğun medial
sınırı superior farengeal konstriktörü çevreleyen
bukkofarengeal fasya yapar. Transoral drenajda
mukozaya insizyon yapılır ve konstriktör kasın
arasından künt diseksiyonla devam edilir. Bu yaklaşım
preoperatif çekilen bilgisayarlı tomografi’de büyük
damarlar apsenin lateralinde seyrediyorsa güvenlidir.
Apsenin medialinde veya içinde damarsal yapıların
seyrettiği durumlarda bu girişim kanama riskinden
dolayı yapılmamalıdır.
b) Eksternal drenaj:
Derin boyun apselerinde cerrahi drenaj birkaç
yolla yapılabilir. Eksternal drenaj safhasına kadar
gelindiğinde bu aşamada hekimin ve hastanın
öncelikleri farklı olabilir. Hasta kesiden ve bunun
kozmetik sonuçlarından endişe duyarken, hekim
enfeksiyonu ekarte etme ve hayati önemi olan yapılara
zarar vermeme çabası içindedir. Bu açıdan yapılacak
girişimden önce hasta iyice bilgilendirilmelidir.
Cerrahi yaklaşım primer
olarak apsenin lokalizasyonuna ve boyunda tutulan
bölgelere yönelik olmalıdır. Cerrahi girişimde birinci
ilke geniş görüş sağlanmasıdır. Bu hastalarda
genellikle normal anatomi bozulmuştur. M.
sternokleidomastoideus medial kenarı, hyoid kemik,
tiroid kıkırdak üst kornusu, karotis, digastrik kas
gibi tanınabilen işaret noktaları cerrahın
oryantasyonu için mutlaka ortaya konulmalıdır.
Mümükünse künt diseksiyon yapılmalıdır. Karotis
kılıfının tanınması, karotis ve kılıf içindeki
nörovasküler yapıların zedelenmesinin önlenmesi
açısından gereklidir.
Levitt retrofarengeal
alan, tehlikeli alan, prevertebral alan ve visseral
vasküler alana ulaşmada anterior ve posterior
yaklaşımları tanımlamıştır.
Anterior
yaklaşımda sternokleideomastoid kasın anterior
sınırına paralel insizyon yapılırak kasın anterior
kenarı boyunca diseksiyona devam edilir. Karotis
kılıfı laterale, larenks, trakea ve tiroid mediale
çekilerek apse kavitesi ve hipofarenkse görüş
sağlanır.
Posterior
yaklaşımda sternokleideomastoid kasın
arkasından insizyon yapılır. Kas ve karotis kılıfı öne
ve mediale doğru çekilir. Böylece büyük damarlardan
uzak durularak apseye ulaşılmış olunur. Fakat bu
yaklaşımda sempatik zincire ve frenik sinire hasar
verebilme riski mevcuttur.
Submandibuler boşluk
apselerinde drenaj, tıpkı submandibuler bez
eksizyonlarında olduğu gibi mandibulanın 2 cm
altından, paralel bir insizyonla yapılabilir. Bu
girişimde digastrik kasın posterior karnı bulunmalı ve
sonrasında laterale doğru çekilmelidir. Daha sonra
milohyoid kas künt diseksiyonla liflerine dik olarak
ayrılmalıdır. Böylece bu boşluğa ulaşılmış olur.
Buradaki daha sınırlı enfeksiyonlara transvers
submental insizyon sonrasında milohyoidin künt
diseksiyonuyla müdahale edilebilir.
Parafarengeal boşluğa
yaklaşımda anterior sternokleidomastoid kas boyunca
insizyon, submandibuler insizyon veya ikisinin
kombinasyonu olan T insizyonu yapılabilir. Digastrik
kas saptanana kadar sternokleidomastoid kas
anteriorundan diseksiyona devam edilir. Bu kas
anteriora doğru izlenir, kas ve üzerinde bulunan
submaksiller gland eleve edilir. Bu boşlukta kafa
tabanı ve stiloid çıkıntıdan inferiora karotis kılıfı
boyunca parmak diseksiyonu yapılabilir.
Tüm yaklaşımlarda apse
künt diseksiyonla tamamen boşaltılmalı, ölü dokular
debride edilmelidir. Aşırı doku nekrozu bulunan
durumlarda yara yeri kapatılmadan antibiyotik
emdirilmiş gazlı bezle örtülerek sekonder iyileşmeye
bırakılmalıdır. Tekrar debridman yapılması
gerekebileceğinden yaranın sık kontrolü uygundur.
Nekrozun az olduğu durumlarda negatif basınçlı drenle
yara kapatılabilir. İrrigasyon gereken durumlarda
bunun sağlanması için kalın delikli drenler
gerekebilir.
Komplike vakalarda daha
agresif cerrahi uygulanmalıdır. V. jugularis interna
trombozunda ven bağlanmalı ve rezeke edilmelidir.
Enfeksiyonun mediastene ulaştığı durumlarda torasik
cerrahiye gerek duyulur. Karina ve dördüncü torasik
vertebra üst seviyesindeki enfeksiyonlarda servikal
drenaj yeterli iken, karina alt seviyesindeki
enfeksiyonlarda transtorasik drenaj uygulanmalıdır.
Torasik girişim gerekmeyen mediastinal enfeksiyonlarda
karotis kılıfının ve paratrakeal alanın künt
diseksiyonu, apsenin açılması ve anterior mediastene
dren yerleştirilmesi yeterlidir.
c) Görüntüleme
yöntemi eşliğinde drenaj: Derin boyun apselerinde
açık drenaja alternatif olarak son yıllarda kullanıma
giren yöntem görüntüleme yöntemi eşliğinde aspirasyon
ve katater yerleştirilmesidir. Bu yöntemin başarısı
uygun hasta seçimine bağlıdır. Bu tedavide küçük,
izole ve uniloküler abseler seçilmektedir. Görüntüleme
seçiminde ultrason veya bilgisayarlı tomografi
kullanılabilmektedir. Aynı zamanda aspirasyondan sonra
tekrar muayene yapılabilmektedir. Bu yöntemin
başarısını etkileyen diğer bir faktör ise radyoloğun
tecrübesidir.
DERİN BOYUN
ENFEKSİYONLARININ KOMPLİKASYONLARI
Antibiyotiklerin devreye
girmesiyle birlikte derin boyun enfeksiyonlarının
komplikasyon oranları da belirgin şekilde azalmıştır.
Hava yolu obstrüksiyonu, v. jugularis interna trombozu,
mediastenit ve sonrasında büyük damarların göğüs
boşluğuna rüptürü, apsenin farenkse rüptürü, derin
boyun enfeksiyonlarının komplikasyonları arasındadır.
komplikasyon varsa boyun enfeksiyonun tedavisinde
mutlaka insizyon ve drenaj gerekmektedir.
* V.jugularis interna
trombozu
Titreme, ateş, mandibula
köşesinde ve m.sternokleidomastoideus boyunca şişlikle
kendini belli eder. Enfeksiyon adventisyadan başlar,
sonra venin tüm tabakaları tutulur (flebit) ve sonunda
trombüs gelişir. Muayene sırasında tromboze venin
kordon gibi ele gelmesine “kord belirtisi” denir ve
karakteristik bir bulgudur. Saptandığında değerli bir
klinik belirtidir ama her zaman bulunmaz. Stafilokok,
beta-hemolitik streptokok ve anaeroblar kültürde
saptanır. Bakteriemi veya septik embolizasyon gibi
uzak enfeksiyonlara yol açabilir. Ultrasonografi,
doopler ultrasonografi, kontrastlı bilgisayarlı
tomografi veya manyetik rezonans ile tanı konulur.
Arteriografi ve venografi invazif olduğu için
yapılmalarına gerek yoktur. Gram pozitif-negatif ve
anaeroblara yönelik antibiyoterapi verilmelidir.
Ayrıca antikoagülan tedaviye de başlanmalıdır. İlaç
tedavisine yanıt vermeyen hastalarda cerrahi olarak
venin ligasyonu yapılmalı ve bağlanan kısım eksize
edilmelidir. Orofarengeal enfeksiyonlara sekonder
olarak gelişen tromboflebit tablosu “Lemierre sendromu”
olarak adlandırılır. Lemierre’s sendromuna en sık yol
açan bakteriler fusobakterium, necrophorum ve
intravenöz ilaç bağımlılarında stafilokoklardır.
Tedavisi aynıdır.
* Karotis rüptürü
Enfeksiyona bağlı olarak
önce arterit daha sonra ise anevrizma gelişir,
arterial duvar zayıflar, erode olur ve sonunda kanama
başlar. Olay devam ederken rekürren küçük nöbetçi
kanamalarla karşılaşılması, klinik seyrin uzaması,
çevre dokularda ekimoz ile hematom gelişmesi ve şok
tablosunun ortaya çıkması olası rüptür tehlikesini
düşündürmelidir. Nöbetçi kanamalar durumunda büyük
damar yaralanması düşünülmelidir; arteriogram ile
gerektiğinde hangi damarın bağlanacağı anlaşılabilir.
Nöbetçi kanamalar kulak, burun veya ağızdan olabilir.
Uzamış klinik tabloda hematom, Horner sendromu veya
açıklanamayan kranial nöropatiler şokun habercisidir.
En sık a. carotis interna, daha sonra carotis communis,
en az da eksternal karotis rüptüre olur. Karotis
rüptüründe mortalite % 20 ila % 40 arasındadır.
* Mediastenit
Enfeksiyonun anterior
visseral, retrofarengeal, visseral vasküler, tehlikeli
alan veya prevertebral boşluktan mediastene uzanımı
sonucunda oluşur. Hastalar giderek artan nefes darlığı
ve göğüs ağrısından yakınırlar. Göğüs grafilerinde
genişlemiş mediasten veya pnömomediastinum
görülebilir. bilgisayarlı tomografi ile enfeksiyonun
uzanımı görülebilir. Tedavide agresif antibiyoterapi
ve cerrahi drenaj yapılmalıdır. Trakeal bifurkasyona
kadar olan hastalıkta transservikal yaklaşım
yapılırken, ilerlemiş hastalıkta toraks tüpü veya
torakotomi gerekebilir.
* Apsenin farenkse
rüptürü
Asfiksiye,pnömoniye,
akciğer apsesine veya ampiyeme neden olur.
* Kranial sinir
nöropatileri
9,10,11,12. kafa
çiftlerinde görülen nöropatiler özellikle lateral
farengeal alandaki enfeksiyonlarda görülür.
* Horner Sendromu
Sempatik zincirin
etkilenmesiyle ortaya çıkar.
Bu komplikasyonlardan
başka enflamatuar tortikollis (Grisel sendromu),
servikal vertebra subluksasyonu, osteomyelit,
nekrotizan servikal fasiit,septik emboliler ve
septisemi gibi durumlara da rastlanabilir.
ÖZEL
DURUMLAR
* Bağışıklığın
baskılanması
Otoimmün hastalıklarda
immünsupressif tedavi,transplantasyon,kanser
kemoterapisi, diyabetli hastalar ve HIV’in giderek
yaygınlaşması nedeniyle bağışıklığı baskılanmış
hastalar daha sık görünür hale gelmişlerdir. Bu
hastalarda semptomlar daha azdır,daha ciddi
komplikasyonlar ortaya çıkar ve genellikle patojen
olmayan mikroorganizmalarla enfekte olurlar.
* İntravenöz ilaç
kullanımı
Medikal olmayan
enjeksiyonlar, derin boyun enfeksiyonlarının nedeni
olabilirler. En sık enjeksiyon yapılan bölge anterior
boyun üçgenidir. V. jugularis interna trombozu riski
bu kişilerde oldukça fazladır. Mikotik karotis
anevrizmaları gibi kompleks durumlar gelişebilse de en
sık karşılaşılan durum apselerdir. Apse sıklıkla kırık
bir iğne gibi yabancı cisim etrafında oluşur.
İntravenöz ilaç kullananlarda görülen apselerden elde
edilen kültürlerde izole edilen suşlar stafilokok ve
streptokok gibi gram pozitif koklardır. Ayrıca oral
anaeroblar, enterobakteriler, hemofilus türleri ve
Eikenella corrodens sıklıkla izole edilen türlerdir.
KAYNAKLAR
1. Levitt, GW. Cervical
fascia and deep neck infections. Laryngoscope, 1970;
80 (3): 409-35.
2. Panoessa, DF,
Goldstein, JC. Anatomy and physiology of head and
neck infections (with emphasis on the fascia of the
head and neck). Otolaryngologic Clinics of North
America, 1976; 9 (3): 561-80.
3. Gidley, PW,
Stiernberg, CM. Deep Neck Space Infections. In:
Infectious Diseases and Antimicrobial Therapy of the
Ears, Nose and Throat, Johnson, JT and Yu, VL eds.
Philadelphia, WB Saunders Company, 1997: 500-9.
4. Hotaling, AJ. Deep
Neck Infections: Recognition, Evaluation, Therapy. In:
Practical Pediatric Otolaryngology, Cotton, RT and
Myer, CM eds. Philadelphia, Lippincott-Raven
Publishers, 1999: 711-25.
5. Marra, S, Hotaling,
AJ. Deep neck infections. American Journal of
Otolaryngology, 1996; 17 (5): 287-98.
6. Scott, BA, Stiernberg,
CM, Driscoll, BP. Deep Neck Space Infections. In:
Head and Neck Surgery—Otolaryngology, 2nd
ed., Bailey, BJ ed. Philadelphia, Lippincott-Raven
Publishers, 1998; 819-35.
7. Stiernberg, CM. Deep-neck
space infections. Archive of Otolaryngology Head and
Neck Surgery, 1986; 112: 1274-79.
8. Nagy, M, Backstrom,
J. Comparison of the sensitivity of lateral neck
radiographs and computed tomography scanning in
pediatric deep-neck infections. Laryngoscope, 1999;
109 (5): 775-779.
9. Munoz, A, Castillo,
M, Melchor, MA, Gutierrez, R. Acute neck infections:
Prospective comparison between CT and MRI in 47
patients. Journal of Computer Assisted Tomography,
2001; 25 (5): 733-41.
10. Miller, WD, Furst,
IM, Sandor, GK, Keller, MA. A prospective, blinded
comparison of clinical examination and computed
tomography in deep neck infections. Laryngoscope,
1999; 109 (11): 1873-79.
11. Gidley, PW, Ghorayed,
BY, Stiernberg, CW. Contemporary management of deep
neck space infections. Otolaryngology-Head and Neck
Surgery, 1997; 116 (1): 16-22.
12. Levitt, GW. The
surgical treatment of deep neck infections.
Laryngoscope, 1971; 81 (3): 403-11.
13. Parhiscar, A,
Har-El, G. Deep neck abscess: A retrospective review
of 210 cases. Annals of Otology, Rhinology and
Laryngology, 2001; 110 (11): 1051-54.
14. Mayor, GP, Martinez-San
Millan, J, Martinez-Vidal, A. Is conservative
treatment of deep neck space infections appropriate?
Head and Neck, 2001; 23 (2): 126-33.
15. Nagy, M, Pizzuto, M,
Backstrom, J, Brodsky, L. Deep neck infections in
children: A new approach to diagnosis and treatment.
Laryngoscope, 1997; 107 (12): 1627-34.
16. Poe, LB, Petro, GR,
Matta, I. Percutaneous CT-guided aspiration of deep
neck abscesses. American Journal of Neuroradiology,
1996; 17: 1359-63.
17. Yeow, KM, Liao, CT,
Hao, SP. US-guided needle aspiration and catheter
drainage as an alternative to open surgical drainage
for uniloculated neck abscesses. Journal of Vascular
and Interventional Radiology, 2001; 12 (5): 589-94.
18. Nusbaum, AO, Som, PM,
Rothschild, MA, Shugar, JM. Recurrence of a deep neck
infection. A clinical indication of an underlying
congenital lesion. Archives of Otolaryngology Head
and Neck Surgery, 1999; 125: 1379-82.
|